Rousseau, 28
Haziran 1712'de Cenevre'de dünyaya geldi. Boş vakitlerinde dans dersi vererek
gelirini arttıran bir saatçinin ikinci oğludur. Doğumdan on beş gün sonra
annesini kaybeden Rousseau, on yaşına kadar babasının yanında halasının bakımı
altında kalmıştır. Jean'a okumayı ve edebiyatı babası öğretmiştir. Babası 1722
yılında sürgüne gitmek ya da hapise girmek arasında seçim yapmak durumunda
kalmış, çocuklarını erkek kardeşinin yanına bırakarak Lyons'a kaçmıştır.
Bernard
Amca’nın Jean Jacques yaşında bir oğlu vardır. İkisini de eğitimleri için
kasaba papazının yanına gitmişlerdir. Lambercier adındaki papaz, otuz yaş
kızkardeşiyle yaşmaktadır. Bu kadına görür görmez aşık olan genç Rousseau'nun
bu çocukça tutkusunun, bütün hayatı üzerinde güçlü bir etkisi olduğu
düşünülebilir. Bu dönemden sonra amcasının yanına dönen Rousseau, önce çıraklık
yapmış, daha sonra da bir oymacının yanına girerek burada üç yıl
çalışmıştır. Yumuşak davranışlı ve değişken karakterli bilinen JJ’a
oyma atölyesinin aşırı pratik havası uymamıştır. Bu atölyede çizim yapmayı
öğrenmiştir, ama diğer çıraklardan çalmayı ve yalan söylemeyi de öğrenmiştir.
Rousseau, buradan kendisine ağır işler yüklendiği ve onurunun kırıldığı
gerekçesiyle kaçmıştır. Buradan ayrıldıktan sonra Rousseau, yarım kalan din
eğitimini tamamlamak için Bayan De Warens adında varlıklı bir kadının
himayesine girmiştir. Bu yıllarda Bayan Warens yirmi sekiz, Rousseau ise on
sekiz yaşındadır. Warens'e ilgi duymasının yine hiç tatmadığı anne sevgisinin
eksikliğinden olduğu düşünülmektedir.
1741 yılında
öğretmenlik yapmak için Paris'e gelen Rousseau, boşuna geçen yıllarından sonra
dehası kendini göstermeyi başardı. Paris'te Encyclopedie'nin editör yardımcısı
Diderot ve Dupin ailesi aracılığıyla Venedik'teki Fransız elçiliğinde
sekreterlik görevine atandı ancak yeniden Paris'e döndü.
1742 yılında
Therese de Vasseur adında bir terzi kadınla evlendi. İtiraflar adlı eserinde
kadından çirkin, cahil, budala ve hor görülecek bir kadın diye bahseder.
Masraflarından kurtulmak için yetimhaneye bırakılan beş çocuğu oldu. Rousseau,
çocuk yetiştirilmesi ve eğitilmesi üzerine son derece akla yakın ve denemeler
yazmıştır.
Bu dönemde
sürekli yazan Rousseau, Dijon Akademisi için yazdığı ''Sanatın İlerleyişi
Ahlakın Yozlaşmasına Mı Yoksa Arınmasına Mı Yardım Etmiştir” denemesi büyük
başarı elde etti. İkinci başarısı bundan da büyük oldu; bir opera “Le Devin du
Village” adlı oyunun oynanması üzerine kendisine sürekli bir gelir getirmesi ve
saraya girmesi teklif edildi. Ancak saray çevresinde dönen entrikalar ve
insanların yüzünden, bütün para sıkıntılarının sonu olacak bu geliri ve saray
çevresi reddetti. Böylece ilk olarak savunduğu ilkelere uygun davranmış
oluyordu.
Rousseau’nun
bir sonraki çalışması “İnsanlar Arasındaki Eşitsizliğin Kaynağı"
1755 yılında yayınlandı. Bu çalışmasını 1760 yılında yazdığı romanı “Julie
veya Yeni Heloise”, en önemli politik çalışmalarından biri olan ve
Hollanda'da basılan “Toplum Sözleşmesi” ve 1772'de yazdığı “Emile”
adlı romanı izledi. Ancak “Emile” adlı romanına el konuldu ve bu romanı
yakıldı.
“Emile” dini
çevreler tarafından tepkiyle karşılanırken, Paris parlamentosu, kitapta yer
alan dini bölümlerin yakılması ve Rousseau’nun tutuklanması kararını verdi.
Rousseau İsviçre’ye kaçmak zorunda kaldı. Aynı yasaklar Cenevre’de de
geçerliydi. Önce Paris’e, oradan Bern’e sığındı ama her seferinde Rousseau’yu
sürgün cezası bekliyordu. 1763 yılında hem “Emilie” hem de “The Social
Contract” adlı eserleri yakılınca Cenevre vatandaşlığından çıktı. Rousseau daha
sonra edebî tartışmalarına Voltaire ile devam etti. Rousseau'nun politik
görüşleri Korsika için 1765 yılında hazırladığı anayasada ve 1772 yılında
yazmasına rağmen 1782 yılında yayınlanan “Considerations sur le Gouvernement de
Pologne et sur sa Reformation Projetee” adlı eserinde açıklanmaktadır.
David Hume’un
daveti üzerine 1766’da İngiltere’ye geçti. Ne var ki tıpkı Diderot ve
Voltaire’le olduğu gibi Hume ile de kapışınca bir yıl sonra yeniden Fransa’ya
dönmek zorunda kaldı. 1770 yılında Fransa'da ikamet etme hakkını yeniden elde
eden Rousseau 1776 yılında İngiltere'yi ziyaret etti. Bir süre adını gizleyerek
yaşadı. Bu tarihlerde Fransa, çalışmalarına hoşgörü gösterdi. 1778’de
Ermonoville’e yaptığı bir seyahat sırasında öldü. Kemikleri, Fransız
İhtilali’nden sonra mezarından çıkarılarak Paris’teki Pantheon’a taşındı.
Rousseau,
Aydınlanma Dönemi’nin önemli yazarlardandır. Fransız İhtilali’nin
yaşanmasına neden olmuş bireylerden birisidir. Fakat Fransız İhtilalini
göremeden ölmüştür.
NATURALİZM VE EĞİTİM
Rousseau’nun
Emile bir çocuk büyüyor adlı eserindeki eğitim anlayışı natüralizmdeki eğitim
anlayışı kapsamına dahildir.
Naturalizm’e
göre eğitim, “kişinin doğal olgunlaşmasını arttırma ve onun bu özelliğini
göstermesini sağlama işidir” şeklinde tanımlanmaktadır. Naturalizm’de istendik
davranışlar; doğaya uygun olan, insanın doğal gelişimini kolaylaştıran
davranışlardır. Bilimsel yöntemle elde edilenlerdir.
Öğrenci
merkezli ve demokratik bir eğitim programı düzenlenmelidir. Kişi, doğal bir
ortamda öğreneceklerini ilgi ve yeteneğine göre seçmelidir. Öğrenci hazır
bilgiye konmamalı, tersine o bilgiyi keşfederek öğrenmelidir. İnsan eğitimi,
insana uygun olmalıdır. Öğrenci anlayamadığı toplumsal olay ve değerlerden uzak
tutulmalıdır; çünkü öğrenme ancak mantıklı olunca ve anlaşılınca gerçekleşir
(Horjaco, 2002).
EMİLE VE ESERİN YAZILDIĞI TOPLUMSAL DÖNEM
Emile, edebi olarak büyük bir
önem taşımasa da romanın bilimsel bir metin olarak kurgulanışı, algılanışı ve
gerçek hayat üzerindeki etkileriyle ve içerdiği felsefi düşüncelerle ilgiye değer
bulunmuştur. Muhafazakâr çevrelerce yakılmak istenen, çoğu pedagog tarafından
ise uygulanmaya kalkışılan Rousseau’nun önerileri, hayata geçirilebilecek
türden olmasa da, bir ütopya olarak nitelenebilecek bu radikal eğitim
paketiyle, o anda var olan eğitim sisteminin insanlar üzerindeki olumsuz
etkilerini göstermek istemiştir.
Rousseau’nun
manifestosunu yazdığı romantizm akımı Avrupa entelektüel hayatını oldukça
etkilemiştir. Onunla aynı tarihlerde İngiltere’de başlayan Gotik edebiyat,
Almanya’da Schiller ve Goethe hep romantizmle yoğrulmuştur. Mevcut hayata bir
tepki, eskinin pastoral günlerine bir özlem olarak özetlenebilecek romantik
anlayış, ifadesini Aydınlanmacı düşüncelerde bulan modernizmin şafağında
modernizme yönelen sert bir eleştiri olarak önemlidir. Ancak, her ne kadar
Rousseau, erken dönem bir romantik olarak bu tarz bir gericiliğe düşmemişse de,
modernizme karşı eleştirel tutumlarıyla romantiklerin büyük bir kısmı Avrupa’yı
saran devrimci duruma muhalif kalmışlardır. Başta Rousseau olmak üzere bütün
romantiklerin toplumsal meselelere yönelik acı anlatıları, uyarıları vardır ama
çözüm önerileri fazlasıyla naiftir. Hatta Mary Shelley’in “Frankenstein”ındaki
gibi kırlara kaçışta bulurlar kurtuluşu. Ya da tekrar Rousseau’ya dönersek,
doğaya uyumluluk yeterli olabilecektir güzel bir toplumsal hayat için...
Rousseau,
Emile (1762) adlı yapıtının en olgun, en başarılı yapıtı olduğunu
düşünmektedir. Bunun en temel kanıtı öz-değerlendirmesini yapmak amacıyla 1772
ile 1776 yılları arasında yazdığı (Rousseau Judge of Jean-Jacques: Dialogues)
adlı çalışmasında açıklıkla görülmektedir. Rousseau burada kendisini gerçek
anlamda kavramak isteyenlere düşüncelerini en derin, en kapsamlı biçimde dile
getirdiği Emile adlı yapıtına bakmalarını önermektedir.
Emile’in
kaleme alınma sebebi Rousseau’nun babası tarafından kötü yetiştirilmesi,
adeta serseri bir hayata itilmesi midir? bilemeyiz; fakat hayali bir erkek
çocuğu (Emile)’i evlat edinmesi ve kitapta “nasıl çocuk yetiştirilir?” in
yanı sıra “nasıl iyi baba olunur?” cevabını vermeye çalışması böyle bir
ihtimali akla getirmektedir.
Emile
tamamen doğal yöntemlerle yetiştirilen bir çocuktur; beslenmesinden yaşadığı
yere, oyuncaklarına aldığı eğitime ve hastalandığı zaman uygulanan tedavi
yöntemine kadar her şeyin doğayla uyum içinde olduğu böyle bir yaşam tarzı
katkı maddeli, hormonlu gıdalardan kaçınan, bitkilerle tedavinin önemine inanan
günümüz insanın beklentileriyle de uyuşmaktadır.
Rousseau,
insan kavramını ele alırken bu problemin sosyolojik, felsefi, hukuksal,
tarihsel, ekonomik ve antropolojik yönleriyle çözümlemede bulunmaya gayret eder. Bunun için, ilk
iş olarak insanın diğer varlıklardan farklı olduğunun
bilincinde olarak, ideal bir insan tiplemesini ortaya koymaya çalışır. Bunu
yaparken, insanın kökü, insanın nereden geldiği, nasıl oluştuğu, nasıl bir
evrim geçirdiği sorunlarının tartışmasına, değerlendirmesine fazla girmeden
daha çok insanın doğal yaşam dediği dönemle işe başlar.
Kitap beş
bölümden oluşmaktadır:
-Doğuştan
ilk çocukluk çağının sonuna kadar (0-2 yaş),
-Çocukluğun
ikinci devresi: Konuşkan çocuk çağı (2-12 yaş),
-İlk gençlik
çağı (12-15 yaş)
-Buluğ çağı
(15-20 yaş)
-Evlilik ve
usluluk dönemi (20-25 yaş)
Birinci
Bölüm
Emile kırsal
bir bölgede, anne sütü ile beslenerek büyür. İlk bölüm, Emile’in dıştan ilk
çocukluk yaşına kadar olan süreyi kapsamaktadır.
Doğuştan İlk
Çocukluk Çağının Sonuna Kadar (0-2 Yaş):
İnsan zayıf
doğar. Bu nedenle insanın eğitimi doğumu ile başlatılmalıdır. Çocuğun ilk
öğretmeni annesidir. Baba ise evine bağlı olmalıdır. Bu dönemde çocukların
özgürlüğünü kısıtlayıcı her türlü uygulamadan kaçınılmalıdır. Çocuğu korumak
adına çocuğu doğasından uzaklaştırmak onu, iyi yaratılışından koparmak
demektir. Çocuk ağladığında, hastalandığında, yemek yerken, konuşmaya
başladığında yapılan bazı yanlış uygulamalar; çocuğun kötü yetişmesine neden
olmaktadır. Örneğin; çocuk ağladığında sebebini tam olarak anlamadan onun
hoşlandığı şeyleri yaparak ya da tam tersi onu korkutarak susturmaya çalışmak,
ya çocuğun başkalarına hükmetme ve zorbalığı öğrenmelerine ya da baskı ve korku
altında ezilen zayıf bir karaktere sahip olmalarına neden olmaktadır.
Rousseau,
çocuklarınız ağlayınca telaşlanmayın, der. Çünkü ağlayan çocuk kendisini
kuşatan dünya ile iletişim kurmaya çalışmaktadır. Ağlamalar çocuğun sosyalleşme
yolundaki ilk adımıdır.
Rousseau,
annelere ve öğretmenlere söyle seslenir: Çocuğu kurallar içinde boğmayın.
Örneğin, yemeğini ne zaman yemek istiyorsa o zaman yesin. O mekanik bir aygıt
değildir ki hayatı dakikalarla düzenlensin. Onun hayatı ihtiyaçlarına göre
düzenlenmelidir.
Siz
bebekliğinden itibaren çocuğunuzla nasıl konuşursanız o da sizinle öyle
konuşacaktır. O nedenle çocuğunuzla bol bol konuşmanız iyi olur. Çocuğun
yürümesini ve ilgisini çeken şeylere dokunmasını da teşvik etmek gerekir.
Böylece kendisinden başka cisimlerin de var olduğunu öğrenir.
Yürüyüp
yoruldukça istediklerine ulaşmak için çaba sarf etmesi gerektiğinin farkına
varır. Anne babalar çocuklarının bir hizmetçisi olmaktan vazgeçmelidirler.
Doğal olarak onlara yardım etmeli, gerek zeka gerek kuvvet bakımından maddi ve
manevi ihtiyaçları giderilmeli, iyi bir eğitim vererek eksik yönlerini
tamamlamaları sağlanmalıdır.
Çocuklar
ihtiyaç duydukları her an bizi yanlarında bulacaklarından emin olmalıdırlar.
Fakat çocuklara yapılan yardımlar akılcı ve gerekli yardımla olmalıdır.
Yetişkinler gereksiz bir arzuya yol açacak davranışlardan kaçınmalıdırlar. Yani
çocuklara gerçek anlamda özgürlük verip az hükmetmek, baskıcı ve aşırı korumacı
olmaktan vazgeçip kendi kendilerine is başarmalarına olanak vermek ve son
olarak da başkalarına boyun eğen bir kişiliğe sahip olmalarını engellemek
şarttır.
İkinci
Bölüm
Emile’in beş
ile on iki yaşları arasında geçer. Bu bölümde Rousseau yetim kalan çocuğu
himayesine alır, onun öğretmeni olur. Rousseau, çocuk on iki yaşına gelene dek
onun hayatına karışmaz. Emile, doğayla iç içe doğayı gözleyerek büyür. Emile'e
ne din, ne ahlak, ne bilim, ne sanat konusunda bir bilgi verilmez. Çocuk
herhangi bir otoritenin baskısından uzak tutulur.
Çocukluğun
İkinci Devresi: Konuşkan Çocuk Çağı (2-12 Yaş): Rousseau bu dönemde
çocuğun geleceği için eğitilmesini, “erişebileceği kesin olmayan belirsiz bir
gelecek için bugünü mahveden bir eğitim” olarak görüyor. Ona göre “Bu eğitim
anlayışı, çocuğu türlü zincirlerle bağlayarak ve elde edeceği belli olmayan
mutluluklara kavuşacağı iddiasıyla çocuğu sefalete mahkum ederek işe başlar.
Böyle bir eğitim, gayesi düşünüldüğünde mantıklı kabul edilebilir; ancak ben
yine de boyunduruk altında alınmış kürek mahkumlarını andıran çocukların halini
çok içler acısı buluyorum. Bu abartılı ilgi çocuğun neşe ve oyun çağını,
cezalar, tehditler ve esaret içinde geçirmesine neden olur.”
Çocuk
kendisini yetiştirenlere muhtaç ve tabi olmalı; ama esir olmamalıdır. Çocuğun
yetişkinlere muhtaç ve tabi olmasının sebebi kendisi için faydalı ve zamanlı
olan şeyleri ancak onların takdir edebilmesinden kaynaklanır.
Çocuklar,
yaratılışlarının gerektirdiği şekilde davranabilmeleri için serbest
bırakılmalıdır. Ancak bu şekilde gelişimleri doğal bir yol izlemiş olur.
Çocuk
özgürlüğü hem kendi hareketleri içinde hem de anne-babasının hareketleri içinde
aynı derecede hissetmelidir. Çocuğun özgür bir ruha sahip olması için, onun
ihtiyaçlarının bebekliğinden itibaren zamanında ve yeterince karşılanması
gerekir.
Çocuğun
arzuları, istediği için değil, gerçekten ihtiyaç duyduğu için karşılanmalıdır.
İtaat edince kazandığını görürse, ileriki yaşamında da tüm isteklerini aynı
yöntemle elde etmeye çalışır.
Çocukların
her durumda dürüst davranmalarını sağlamak için ebeveynlerin de onlara dürüst
davranması, şeffaf bir iletişimi benimsemesi ve onlara ağır gelecek görevler
vermekten kaçınması gerekir. Ceza korkusu ile affedilmek ümidi arasında
gelgitler yaşayan çocuklar ebeveynlerin söylediklerini onaylıyor gibi
görünseler de aslında ikna olmamışlardır. Bu şekilde bir davranış her
şeyden önce, hiçbir boyutuyla hissedemedikleri herhangi bir vazife
duygusunu çocuklara zorla yükleyerek onları rahatsız eder ve anne-babayı
sevmelerine engel olmuş olur. Üstelik bu davranış onları sinsi davranmaya,
yalancı ve sahtekar olmaya iter. Çünkü çocuklar ya vaat edilen ödülü almak ya
da cezadan kurtulmak için ahlaki olmayan bu yöntemlere başvururlar.
Çocuklar
söylenenleri değil yapılanları örnek alır. Ona uzun nutuklar çekerek ders
vermek yerine, öğrenmesi istenilen güzel davranışları anne-babasında görmesi
sağlanmalıdır. Ve söylenilenlerle yapılanlar birbirleriyle çelişmemelidir.
Çocuğun
eğitiminde ceza yöntemi kesinlikle kullanılmamalıdır. Vicdan ve ahlak
kavramlarını anlamayacak yaştaki çocukları ahlaka aykırı davrandı diye
cezalandırmak doğru değildir. Çocuğunu sıkı bir disiplin altında yetiştiren
anne-babalar bir çocuğun ne kadar baskı altında kalırsa, üzerinden baskı
kalktığında o kadar taşkınlaştığını bilmelidirler.
Çocuklara
cezalar “ceza” olarak uygulanmamalıdır. Bu cezalar yaptıkları kötü hareketin
doğal sonucuymuş gibi o hareketin hemen ardından gelmeli. Örneğin; çocuk camı
kırdığında ona bağırıp azarlamak yerine camı kırılmış odada bulunmasını
sağlamak ve yaptıklarının sonuçlarıyla baş başa bırakmak gerekir.
Çocuklara
baskı yapmak onlara yalan söylemeyi öğretmekten başka bir şey değildir.
Çocukları, çarçabuk sıkı düzene koymak idare etmek ve eğitmek isteyen ebeveyn,
her şeyin bu kadar kolay halledilmeyeceğini anlıyor; ama sırf “çocuk dersini
öğrensin de varsın yalan söylesin; cahil ve dürüst olacağına bir şeyler bilsin
de yalancı olsun; ne önemi var” diye düşünüyorlar.
Ebeveynin
çocuklarını başkalarıyla kıyaslamamalıdır. Çünkü bu tür davranışlar, ondaki
benliği yani öz saygıyı zedeler. İnsan hayatının en önemli çağı, doğuştan 12
yaşına kadar devam eden mesafe arasındadır. Bu dönemde, bütün hata ve kötü
huylar filizlenir ki, onları yok etmenin hiçbir çaresi ve vasıtası yoktur.
Çocukların
okumayı öğrenmeleri için yapılacak ilk şey, onlarda okumayı öğrenme arzusu
uyandırmaktır. Çocuklar okumayı öğrenmeyi büyük bir şevkle öğrenmek istiyorsa,
herhangi bir yöntemle öğrenecektir zaten. Çocuğun bir konuya karşı ilgisini
uyandırmak onu gayesine taşımakta en etkili yöntemdir.
Rousseau’ya
göre iyi yetiştirilmiş bir çocuk 12 yaşına geldiğinde; faydasız hiçbir
şey söylemez. Yaşı itibariyle fikirleri sınırlıdır; fakat berraktır.
Ezberden bir şey bilmez; ama tecrübeyle çok şey öğrenmiştir. Dışarıdan kafasına
zorla tıkılmış nutuklardan ve uydurma düşünüş tarzlarından uzaktır. Onun
kafasında ne varsa dilinden de o çıkar; samimi ve dobradır, hareketleri kişisel
eğilimlerini yansıtır ve kendi yaşına uygun ahlaki bilgilerle donanmıştır.
Özgürlüğün, mülkiyet hakkının hatta sözleşmenin ne olduğunu bilir.
Bir yardıma
ihtiyaç duyuyorsa bunu ilk karşısına çıkan kişiden derhal isteyecektir. Bu
kişinin bir hizmetçi ya da kral olması hiç fark etmez. Çünkü onun gözünde henüz
bütün insanlar eşittir. İnsan olmanın iyilik yapmayı ve cömert davranmayı
gerektirdiğini bilir. İfadeleri sade ve durudur. Sesi, bakışı, jestleri, iyilik
görmeye de, reddedilmeye de aynı derecede hazırlıklıdır. Hassas, zayıf; ama hür
bir varlık, şefkatli ve acıyan bir tavırla, iyimser ve kuvvetli bir
varlıktan nasıl yardım isterse o da öylece bir rica tavrı taşır.
Üçüncü
Bölüm
Emile'in 15
yaşına kadar olan hayatı anlatılmaktadır. Ona aktarılan bilgiler kitabi
olmaktan çok, kendisinin gözlemleyeceği deneyler tarzındadır. Fizik ve coğrafya
ekseninde dönen bu eğitimle amaçlanan, çocuğun hayal gücü ve akıl yürütme
yeteneğini geliştirmeye çalışmaktır. Mesleki beceri olarak ise sadece
marangozluğu öğrenir. Rousseau'ya göre bu beceri hiçbir şeyi olmasa dahi
çocuğun hayatını sürdürebilmesi, karnını doyurabilmesi için yeterlidir. Bu
dönemde çocuğun hiçbir kitabı okuması istenmez çünkü kitaplar çocuğun doğal
gelişimini engelleyebilir. Çocuk sadece Daniel Defoe’nun, doğal insan
davranışlarını anlatan “Robinson Crusoe” isimli romanını okur.
İlk Gençlik
Çağı (12-15 Yaş): İlk gençlik çağına kadar hayat, bir çocuk için acizliklerle
doludur. Ancak, çocukluktan çıkışla birlikte, yeni edinilmiş kuvvetle, henüz
yeni yeni artmaya başlayan ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabilir. Ancak,
çocuklukla gençlik arasında sıkışmış olan bu dönemde ona bir yetişkin gözüyle
bakılırsa pek zayıf olduğunu görülür, bir çocuk gibi bakılırsa da yeterince
güçlü olduğu anlaşılır.
Bir insanı
zayıf hale sokan ihtiraslarıdır ve insana verilen güçle bunları tatmin
edebilmek çok zordur. O halde arzularımızı azalttığımız zaman yani ancak
yapmaya gücümüz yetenleri gerçekleştirdiğimiz zaman daha kuvvetli oluruz.
Eğitim
anlayışı çocuklara çok şey öğretmek üzerine kurulu değildir. Onların kafasına
ancak açık seçik ve doğru fikirlerin girmesine izin vermesini, çocuğun
aldanmasını, yaptığı hatalardan ders almasını ve gerçekleri öğrenmesini ister.
Rousseau bilgiye saplanıp kalmış insanları şöyle betimlemiştir; “Bilgi toplama
aşkıyla büyülenmiş, durmasını bilmeden, oraya buraya koşturan bir adam gördüğüm
zaman, onu deniz kenarında midye kabukları toplayarak yüklenen fakat yeni
gördüklerine karşı iştahlanarak kucağındakileri atan, sonra bir başkasını
görünce az önce gördüğünü fırlatan ve bu şekilde bıkıp usanıncaya kadar devam
eden ve en sonunda her şeyi atarak eve boş dönen bir çocukla karşı karşıya
olduğumu zannediyorum.”
O çocuklara
bilimi öğretmek değil, sevdirecek hazlar vermek, bu sağlandıktan sonra da
öğrenme yöntemlerini göstermek gerektiğini savunur. İlk gençlik çağı, çocuğun
aynı konu üzerine yavaş yavaş yoğunlaşmasını sağladığı bir dönemdir. Fakat
çocuğun bir konu üzerine yoğunlaşması için ondan haz alması ve ilgi duyması
gerekir, zorlama hiç bir şekilde kabul edilebilecek bir metot değildir. Önemli
olan çocuğun bir şeyi gerçekten istediği için öğrenmesidir. Çocuk soru
sorduğunda, merakını doyuracak kadar değil, besleyecek kadar cevap
verilmelidir, der.
Çocuk
söylenilen şeylerin kendisi için faydalı olduğunu hissetmiyorsa ve anlamıyorsa
zorlamak gereksizdir. Çocuk emirle hiçbir şey yapmamalıdır. Eğer emirler
olmadan hiçbir işi başaramıyorsa, hayatı boyunca başkaları tarafından idare
edilmeye mahkumdur. Çocuğa faydalı olan ve yaşına uygun olan her şeyi öğretmeye
gayret etmelidir. Çocuğa bugün gerekli olanlar yerine, erişeceği pek kesin
olmayan bir yaşın eğitimi verilmemelidir.
Emile (1762)
adlı kitabında La Fontaine'nin Fabl'lerinin çocuk için uygun olmadığını
düşünürken, Robinson Kruze'yi çocuklara okutmanın önemini vurgulamıştır.
Ona göre
ebeveynlik ve öğretmenlik sanatı, çocuğun dikkatini önemsiz olay, insan ve
nesnelerden uzaklaştırarak onu toplumun işleyiş düzeni hakkında sağlıklı hüküm
yürütebilecek ve insanlarla iyi ilişkiler kurabilecek olgunluğa
yaklaştırmaktır. Örneğin; zengin bir evde ihtişamlı bir sofra etrafında
otururken çocuğa sorulacak “Sofrada gördüklerin buraya gelene kadar kaç elden
geçmişlerdir?” sorusu bile çocuğun bu konu üzerinde düşünmesini sağlayacaktır.
Çocuğun kafasında oluşan bu düşünceler, onu ihtişamlı sofranın etkisinden
kurtarıp bu ziyafetin tertibi için kaç ülkenin haraca kesildiğini, belki
milyonlarca insanın çalıştığını, herkes burada sınırsızca yemek yerken belki
bazı ülkelerde insanların açlıktan öldüğünü düşünecektir. Çocuk bir meslek
sahibi olmalıdır. Çünkü insan ihtiyacı olan her şeyi kendisi üretemez. Toplumun
refahı ve huzuru için ürettiğini diğer insanların hizmetine sunması gerekir. Bu
nedenle bir meslek sahibi olmalıdır.
Dördüncü Bölüm
Emile’in iç
dünyasını geliştirmeye, sağlıklı bir ruh hali kazanmasına yönelik eğitimine
ayrılmıştır. Genç bir erkek olan Emile artık dostlukların önemini, acıma
hissini insanlarla eşit ilişki kurmayı ve dini inançları öğrenmeye başlar.
Yunan klasikleri ve tarih kitapları okur. Kitabın kilise tarafından
yasaklanmasına, lanetlenmesine sebep olan bu bolümde Rousseau'nun Emile
anlattığı Tanrı inancı, kilisenin dogmatik öğretisiyle çelişmektedir. Bu
bölümde ayrıca Sophie ile tanışır. Sophie de düşünsel ve duygusal gelişimini
tamamlamıştır.
Ergenlik
Çağı (15-20 Yaş): İnsanın gerçek kişiliği bu çağda oluşmaya başlar. Çocuk
huylarını değiştirir, sık sık kızar ve düşünce heyecanları geçirir. Bu etkiler
altında disiplin kabul etmez olur, kendisini idare etmek isteyen hiç
kimseye aldırış etmez, rehberini tanımaz ve kısacası idare edilmek
istemez. Aynı zamanda da çok hassastır, nedensiz yere üzülür ya da değersizlik
duygusuna kapılır.
Çocuk
duygularıyla hareket etmeye başlar. Çocuklarda doğan bu hassasiyeti beslemek,
körüklemek ve doğal akışı içinde yönlendirmek için;
- Çocuk kalbinin hassasiyetini genişletecek ve başka varlıklara yayacak konu ve
fırsatlar hazırlamak,
- Çocuk kalbini sıkan ve daraltan her ne varsa uygun yöntemlerle bertaraf etmek
ve iyilik, acıma gibi insanlarca sevilen çekici ve iyi ihtirasları
canlandırmak,
- Haset, kıskançlık ve kin gibi kötü ve vahşi ne kadar ihtiras varsa bunların
doğmasına engel olmak gerekir.
Genç,
öğretmeni tarafından sevildiğine, kendisinin mutluluğu ve iyiliği için
çalışıldığına ve öğretmeninin bu iyilik ve mutluluğun ne şekilde temin
edilebileceğini bilen akılı ve bilgili bir adam olduğuna kanaat getirmelidir.
Öğretmen;
- Öğrenci gibi saf ve samimi olmalı,
- Öğrencisinin sürüklenmekte olduğu tehlikeleri haber vermeli,
- Bu tehlikeler, hiddetsiz, abartısız ve gereksiz ayrıntıdan kaçınarak
göstermeli,
Bir zorunluluk olmadıkça nasihatlerine buyurgan bir görüntü vermekten
sakınmalıdır.
Gençler hata
yaptıklarında onlarla iletişim kurarken öğretmen; öğrenciyi serbest bırakıp
takip ederken, kendisine yasaklanmış olan hareketlerden ne zaman vazgeçeceğini
veya bu hareketlerde ısrar edeceğini önceden anlamalıdır. Her taraftan onu
tecrübe dersleriyle kuşatmasını bilmeli ve büyük tehlikelere asla
yanaştırmamalıdır. Tehlikeler içine düşmeden önce ikaz etmeli ve düştükten
sonra da asla azarlamamalıdır.
Ergenlere
çocuk muamelesi yapılmamalıdır. Bir arkadaş, yetişkin bir insan olarak
görülmelidir. Bu dönem çocuğa verilecek direktifleri Rousseau şöyle
belirlemiştir; Her ikimizin de zamanımızı şimdiye kadar ne şekilde kullanmış
olduğumuzu gözden geçirmek, onun ve benim kimliklerimizi ayrı ayrı ortaya koymak,
birbirimize borçlu olduğumuz şeyleri araştırmak, birbirimize verdiğiniz
sözleri, becerilerinin gelişme derecesini, bundan sonra aşmak zorunda olduğu
yolu, yolda karşılaşacağı zorlukları ve bu zorlukları aşarken hangi araçları
kullanabileceğini kendisine yardım edebileceğim hususları, kendi başına neler
yapabileceğini, içinde bulunduğu buhranlı dönemi, kendisini sarmakta olan yeni
tehlikeleri, doğmak üzere bulunan zevklerinin kendisini götüreceği yerleri
açıkça göstermek.
Beşinci
Bölüm
Beklenen evlilik
gerçekleşir. Ancak daha öncesinde, eğitiminin son aşaması olarak Emile iki yıl
süren bir Avrupa gezisi yapar, dönüşünde evlenirler. Doğan çocuklarının
ardından, Emile’ in öğretmeni onları kendi hayatlarını yaşamaya gönül
rahatlığıyla bırakır. Aldığı iyi eğitim sayesinde, soylu ve zengin olan Emile
için gelecek aydınlık görünmektedir.
Kız
Çocuklarının Eğitimi: Usluluk ve Evlilik Dönemi (20-25 yaş). Rousseau’ya göre;
kadınla erkek aynı şekilde eğitilemez. Çünkü kadınlarla erkekler vücut, mizaç
ve karakterleri bakımından farklı yaratılmışlardır. Kadınla erkeğin
görevlerinin gayesi ortaktır, fakat bu süreçteki görevleri farklıdır. Bir
insanı doğru yola yönlendirmenin en iyi yöntemi tabiatın çizdiği yoldan
ayrılmamaktır.
Kadın
eğitimi erkeğe göre ayarlanmalıdır. Kadınlar birçok şey öğrenmelidir; fakat
kendilerine faydalı olacak şeyleri öğrenmeleri daha iyi olur.kadın ile erkek
birbirleri için yaratılmıştır; fakat karşılıklı ilişkileri eşit değildir.
Kadınlar olmazsa erkekler yaşayabilir ancak kadınlar için aynı şey geçerli
değildir. Kendilerine gerekeni elde etmek, hatta cinsiyetlerinin gerektirdiği
konumda bulunabilmek için erkeklerin yardımına ihtiyaçları vardır.
Her şeyden
önce, çocukların sağlıklı ve kuvvetli olması annelerin sağlam bünyesine
bağlıdır. Erkeklerin ilk eğitimi kadınların özenine ve ilgisine bağlıdır. Bu
yüzden kadın eğitimi ile erkek eğitimi arasında yakın bir ilişki vardır.
Kadınların görevleri her zaman erkeklerin hoşuna gitmek, onlara faydalı olmak, kendilerini
onlara saydırmak ve sevdirmek, küçükken büyütmek, büyüyünce onlara bakmak,
nasihat vermek, teselli etmek, hayatı zevkli ve sevimli bir hale sokmaktır.
Her kadın
kendisini erkeğe beğendirmek ister ve bunu istemeye mecburdur. Kız çocuklar
küçük yaştan itibaren süslenmeyi severler. İstisnasız hemen bütün küçük kızlar
okumayı ve yazmayı istemeyerek öğrendikleri halde dikişe karşı büyük bir heves
ve arzu gösterirler. Çünkü büyüyüp genç olacaklarına dair hayaller kurarlar ve
şimdi öğrendiklerinin günün birinde kendilerini süslemek hususunda işe
yarayacağını düşünürler.
Kız
çocukları daha sıkı bir disiplin altına alınmalıdır. Anne yaptırmak istediği
her şeyin sebebini kızına hissettirebilmelidir. Yani çocuk yapacağı işin
faydasını önceden görebilmelidir. Kız çocuklarının zekası erkek
çocuklarınınkine göre daha erken geliştiği için iş daha da kolaylaşır. Hiçbir
faydası olmayan bilgiler öğretilmemelidir.
Bir kadının
en önemli özelliği itaat etmeyi bilmesidir. Disipline alıştırılan bir kadın
itaat etmekte zorlamaz. Küçük yaştan itibaren itaat etmeyi, haksızlığa
dayanmayı, şikayet etmeden bu duruma katlanmayı bilmelidir. Kadın cinsine ait
her görevi becerebilmelidir. İyi bir ev kadını ve anne olmak amacıyla
yetiştirilmelidir. Sağlam bir zekaya, yumuşak bir mizaca sahip olmalıdır.
Terbiyeli ve nazik olmalıdır. Hak ve görevlerini bilmelidir (Rousseau, 2006,
Çev. Akagündüz).
ROUSSEAU’da Doğa Durumu
İki tür
eşitsizlik vardır;
Doğal
eşitsizlik,
Manevi-politik
eşitsizlik.
Doğa durumu
ve toplum durumu ayrımıyla bu ikisinin birbirinin devamı olmadığını ortaya
koymaya çalışır. İnsanın doğasından gelenle sonradan edinilen özellikler
arasında ayrım kurulmalı.
Rousseau’nun
doğa durumu anlayışının iki ekseni var: yalıtılmışlık ve sınırlı gereksinimler.
Bunun da iki temel doğa yasası var:
Kendini
korumak- Özsevgi
Merhamet
duygusu:
Türün
kendini koruması: Adalet duygusu
Barış içinde
yaşama.
Doğal insanı
hayvandan ayıran iki özellik:
Özgürce
seçim yapma: Doğa durumunda tümüyle özgür ve eşit.
Gelişme:
Doğal insanda gizilgüç.
Doğa
durumunun temel ilkesi dolayımsız birlik.
İyilik-Kötülük Ve Çocuk Eğitiminin Önemi
Rousseau,
eserin birçok yerinde iyilik-kötülük ikilimi bağlamında insan doğası hakkındaki
görüşlerine yer vermektedir. Rousseau'ya göre yaratıcının elinden çıkarken her
şey iyidir ancak, insanlar her şeyi kötüleştirmekte ve çirkinleştirmektedir.
Çocuğun eğitimi de bu bağlamda önemlidir. Aslen iyi doğan çocuk kötü bir
eğitimle bozulabilir, kötü olabilir. Rousseau'ya göre iyi eğitim verirseniz
iyi, kötü eğitim verirseniz kötü çocuk yetiştirirsiniz.
Anne ve Babanın Rolü
Yazar Emile
isimli eserinde 18. yüzyılda Fransa'da annelerin çocuklarının bakımı için
sütnine tutmalarını şiddetle eleştirmektedir. Yazara göre çocuk ve anne
arasındaki ilk ilişkiler çok önemlidir. İlk öğretmen annedir. Zorunlu engeller
dışında, çocuğu mutlaka anne emzirmelidir ve çocuğuyla herkesten önce kendisi
ilgilenmelidir.
Babanın
görevi ise, topluma uygar insanlar ve devlete iyi vatandaşlar yetiştirmektir.
Baba evine bağlı olmalı eşi ve çocuklan ile ilgilenmelidir. Zaten anne eğer
evine bağlı olur ve çocuğu da iyi yetiştirmeye uğraşırsa baba evine bağlanacak
ve evinde mutlu olacaktır.
Rousseau
anne, baba ve öğretmenleri kurallar konusunda da uyarmaktadır. Yazara göre
fazla kural koymak çocuğu asileştirir. Çocuk doğal yaşamalıdır. Acıktığı zaman
yemeli, uykusu geldiğinde uyumalıdır. Bu ihtiyaçlar doğaldır ve çocuk eninde
sonunda kendi rızasıyla bu ihtiyaçlarını tatmin etmek isteyecektir. Zorlamanın
bir anlamı yoktur.
Öğretimin
yaparak-yaşayarak ve çocukta merak yaratmak suretiyle olması gerektiğine
değinen Rousseau bu öğretim yöntemine bir örnek de vermektedir. Örn: Doğmakta
olan güneşi, çocukla birlikte seyrediniz. Sonra çocuğu, gördüklerini hazmetmesi
için kendi haline bırakın. Bir müddet sonra gerçekten merak ediyormuş gibi şu
soruyu yöneltin; "Dün güneşin şuradan battığını ama bu sabah aynı yerden
doğduğunu düşünüyorum. Sence bu nasıl olabilir?“ Sonra çocuğu yine kendi haline
bırakın. Çocuk merak edip size soracaktır.
Bu örnekte çocuk
merak etmekte, sorgulamakta ve öğrenme ihtiyacı hissetmektedir. Anlamlı öğrenme
sadece ihtiyaç hissedildiğinde ortaya çıkmaktadır. İlk oluşan ve olgunlaşan
melekemiz beş duyumuzdur. Ayrıca ilk önce geliştirilmesi gereken ancak en çok
ihmal edilen de bu duyularımızdır. Rousseau bu eserinde duyuların eğitimine de
oldukça önem vermekte, insanın sahip olduğu tüm potansiyelleri optimal düzeyde
kullanması gerekliliği üzerinde durmaktadır.
Rousseau'ya
göre biz insanlar genellikle duyularımızı kendi hallerine bırakarak
gelişmelerini beklemekteyiz. Bu şekilde kullanıyor olmamız duyularımızın
gelişimini sağlamakta ise de bu en uygun düzeyde olmamaktadır. Kendi haline
bırakarak duyularımızın tam gelişmesini sağlayamayız. Duyularımızı kullanmalı
ve kullandığımızın farkında olmalıyız. Dokunduğumuzun farkına vararak dokunmak,
kokladığımızın farkına vararak koklamak, kısacası tüm duyularımızı bilinçli
şekilde kullanmak hayata ve kendi varlığımıza daha büyük bir sevinç ve coşkuyla
bakmamızı sağlar.
Rousseau’ya
göre sadece beş duyumuz yoktur. Beş duyumuzun dışında bir de altıncı duyumuz
vardır ki bu duyu bütün insanlarda ortak olan bir duyudur ve beş duyumuzun
hakkıyla kullanılmasıyla ortaya çıkar. Bu altıncı duyuya has bir uzuv yoktur,
özellikle zihnin kıvrımları arasında bulunur ve adına anlam veya fikir denir.
Bilgilerimizin genişliği bu anlamların sayısı ile ölçülür ve açık seçik
olmaları da düşüncelerimizin sıhhati ile ilgilidir. Bu fikirleri kendi aralarında
kıyaslama sanatına da beşeri muhakeme adı verilir.
Muhakeme de
ikiye ayrılır; çocukça ya da saf muhakeme ve fikri veya beşeri muhakeme.
Çocukça muhakeme; farklı duyumları bir araya getirerek basit fikirler
oluşturur. Beşeri muhakeme ise; çeşitli basit fikirlerden karmaşık fikirler
meydana getirme özelliğidir.
Rousseau,
empatinin insanlar için olmazsa olmaz olduğunu vurgulamaktadır. Çocuğun
duygusal ve merhametli olması için şu duyarlılıkları taşıması gereklidir:
Kendisi gibi acı çeken ve kendisine benzeyen diğer varlıkların var olduğunu
bilmeli ve hissettiği acıları hisseden, kendisi gibi duygu taşıyan varlıkların
bulunduğundan haberdar olmalıdır.
Rousseau’nun
düşüncesine en genel anlamda üç ayrı yönden yaklaşmak olanaklıdır:
“Toplum
sözleşmesi kuramcısı olarak” Rousseau, var olan insanlık durumunu açıklamak
amacıyla varsayımsal bir doğa durumu kurmaya çalışır. Bu çaba, hem bir insan
doğası kuramı hem de toplumsal örgütlenmeye yönelik bir dizi pragmatik savdan
oluşan bir felsefi insanbilimin çevresinde dolaşır.
“Toplum
yorumcusu olarak” Rousseau, eğitim ile toplumsal örgütlenmenin hem var olan
uygulamadaki biçimlerini hem de olması gereken ideal biçimlerini ortaya koymaya
çalışır.
“Bir ahlakçı
olarak” Rousseau ise bir tür evrensel siyasal eylem ya da uzlaşı biçimi
aracılığıyla birey ile yurttaşı bir potada kaynaştırmaya çalışır. 1750’li
yıllardan başlayarak Rousseau, insanın toplumdaki durumunun doğası ile
kökenleri üstüne, buna bağlı olarak da var olan durumun iyileştirilmesi adına neyin
yapılabilir olduğu ile neyin yapılması gerektiğine ilişkin giderek daha bir
derinleşen, ayrıca da alabildiğine kavraması göçleşen düşünceler
geliştirmiştir.
SONUÇ
Kant ve
romantik filozofları çok derinden etkilemiş olan Rousseau, bir aydınlanma
düşünürü olmakla birlikte, aydınlanma hareketine, modernlik düşüncesine
yönelttiği sert eleştiriyle tanınır. Bireysel insan varlığına ve onun
mutluluğuna her şeyden çok değer vermiş olan Rousseau, insanın, kültürel
farklılıklardan, sarayın yapaylıklarından, tutkunun ve rekabetin yol açtığı
olumsuz etkilerden, özel mülkiyetin yarattığı eşitsizlikten arındırılarak,
nasıl yeni baştan yaratılacağını araştırmıştır.
Onun
felsefesi de, modern felsefenin tavrına uygun olarak, benlik kavramı çevresinde
döner; Descartes’ın öznel, tözsel benliğinden sonra, onun insanı, ahlâka
dayanak olan, kendisine düşünce ya da mantıkla değil de, duyguyla ulaşılan, ve
kişisel bir iyilik duyusuyla temellendirilen bir insani benliktir. Onun sözünü
ettiği insani benlik, rasyonalistlerin ve empiristlerin ifade ettiği gibi,
formel boyutları olan, içebakışla bilinen ve kendisini bilgiyle gösteren bir
benlik değil de, daha çok romantiklerde söz konusu olan türden evrensel bir
kişilik anlamında bendir; Rousseau’nun insanı, yaratıcı, ve kendisini dünyaya
ve geleceğe fırlatan bir benliği tanımlar. O insanın özü itibariyle iyi ve
ahlâklı bir yarlık olduğunu savunmuş, insanda, akıldan çok, duyguların önem
taşıdığını, ahlâk söz konusu olduğunda, akıl ve duyguların bir arada gidebileceğini
belirtmiştir. Rousseau'nun bu insan görüşü, yalnızca etik için değil, fakat
siyaset ve toplumsal yaşam için de bir temel oluşturur.
Bunların
yanı sıra Rousseau’nun annesini küçük yaşta kaybetmesinin hayatı üzerinde büyük
etkisi olduğu düşünülmektedir. Bunun getirisi olarak yaşadığı patolojilerin
tutumlarına ve eserlerine yansıdığı düşünülmektedir. O güne dek
Hobbes’un Leviathan adlı eserinden “doğasında kötü olarak” tanınan insan, Rousseau’nun Emile adlı eserinde
“iyi” olarak tanımlanmıştır. O’na göre; eğer insan farklı toplumsallaşma
süreci yaşasaydı “iyi” olabilirdi. Rousseau, var olan çevreye bakıp
genellemeler yapmak yerine, olgular ve yasalara farklı bakmaya çalışmıştır.
Aslında Rousseau’nun verdiği tepki yozlaşmanın bir getirisi olan burjuva toplumuna
yöneliktir. Hatta o toplumu protesto ettiğinden olacak, öz çocuklarını nüfusuna
geçirmediği için eleştirilere hedef olmuştur. İlk basıldığı dönemde Rousseau’yu
başka bir ülkeye irtica etmek zorunda bırakacak kadar radikal görüşler içeren
Emile, Rousseau’nun düzene verdiği bir tepki olarak da düşünülebilir. O’na göre
“insan doğada zayıf değildir” insanı zayıflatan toplumun ta kendisidir.
Rousseau,
Emile’i insan doğasının temsili olarak düşünmüştür. Soyuttur, o yüzden
köydedir. Cahildir, bilgileri kendisi keşfedecektir. Rousseau’nun eleştirisi
“cahilleştirme sanatını” başarı ile uygulayan burjuva toplumunadır.
Rousseau’nun
eğitime ilişkin görüşlerinin bir bölümü günümüzde geçerliliğini korurken, bir
kısmı geçerliliğini yitirmiştir. Özellikle kadın eğitimine ilişkin görüşleri
günümüzde paydaş bulamamaktadır. Kadın eğitimini anlattığı beşinci bölümde,
kadının sadece anne olması nedeniyle değerli olduğunu belirtmiş. Bu değer
erkeğin kadına verdiği önemle ilişkilendirilmiştir. Günümüzde pek çok toplumda
bu görüşün geçerliliği kalmamıştır.
Her şeyden
önce kitabın oluşmasını sağlayan Emile gerçekte olmayan, hayali bir çocuktur ve
Emile’in eğitimine ilişkin bütün görüşler birer varsayımdan ibarettir.
Anne-baba ve öğretmenin doğru bir eğitim yöntemine başvuracağı ve çocuğun buna
doğru bir şekilde karşılık vereceği varsayılmış ve böylece hayali bir eğitim
yöntemi kurgulanmıştır. Bu eğitim yöntemleri gerçek bir çocuğa Rousseau
tarafından uygulanmış olsaydı belki daha farklı sonuçlarla ve sorunlarla
ortaya çıkabilirdi.
Bir diğer
varsayım çocuğun her şeyi her zaman doğru biçimde anlayıp, iyi ve doğru olanı
benimseyeceği varsayımıdır. Tabi bu natüralizmin temel görüşlerinden birisi
ancak gerçekte böyle bir doğru seçimin yapılabilmesi için çocuğu bütün kötü ve
yanlış şeylerden uzak tutup hep doğru ve iyinin bulunduğu ortamda tutmak ve
diğer ortamlardan soyutlamak gerekir ki, bu pratikte mümkün olmadığı gibi
Rousseau’nun eserinde anlattığı bazı özelliklerin çocuklarda oluşmasını
engelleyici niteliktedir.
Rousseau’nun
derslerde kullanılmasını önerdiği yöntemler; yaparak yaşayarak öğrenme, çocuğun
her şeyi kendisinin keşfetmesi için uygun ortamlar hazırlama, çocuğun ilgi ve
yeteneklerinin ortaya çıkabilmesi için özgür bırakma bana göre denenmeye değer
yöntemlerdir ve günümüzde uygulanmaktadır.
Tolstoy,
J.J.Rousseau’nun görüşlerinin etkisinde kalarak, onun savunduğu ilkeleri
eğitimde uygulamaya çalışan kişilerden biridir. Tolstoy, özgürlüğü temele
alarak geleneksel okul sistemi yerine, karşılıklı güven ve saygıya dayalı,
öğretmenin yol gösterici bir rol üstlendiği, düzenin öğrenciler tarafından
sağlandığı, Jasnaja Polyana’da bir okul kurdu(1849-1859). Bu okul sisteminde
öğrenciler, başarılarına ve yeteneklerine göre gruplara ayrıldılar. Öğrenciler,
okuyacakları dersleri ve öğretmenleri özgürce seçme hakkına sahiptiler. Okula
devam zorunlu değildi. Öğrenciler, öğretimde uygulanacak düzeni belirleme, okul
yönetimine katılma, okulda disiplini sağlamakla görevliydiler. Suç işleyen
öğrenciye, öğrencilerden oluşan bir kurul tarafından ceza verilirdi. Ders
işleme yöntemi özgürlüğe dayalıydı. Dıştan yapılacak her türlü baskı dışarı
atılır; öğrencinin serbestçe duygu ve düşüncelerini ifade etmesine imkan
verilirdi. Ne ev ödevi, ne derse devam, ne öğretmene selam verme zorunluluğu ne
de oturma düzeni vardı. Böyle olmasına rağmen, öğrenciler arasında güçlü bir
dayanışma havası, düzen anlayışı, doğruluk, dürüstlük ve temizlik okulda
başarıyla sağlandı.
Aslında
Rousseau, Piaget gibi klinik psikolojinin yöntemleri ile çalışmamıştı. Kendisinin
de ifade ettiği gibi mantık ve akıl yürütmesini, ilkelerden çok olgular üzerine
bina etmiş ve gözlemlerine dayanarak eserini yazmıştı. Günümüzde, gelişim
psikologlarının, çalışmaları Rousseau'yu destekler niteliktedir.
Atatürk’ün de Rousseau’nun
eserleini kendisi için önemli olan bölümlerin altını çizerek okuduğu
bilinmektedir. Onun Rousseau hakkındaki şu sözleri ilgi çekicidir:
“Bu Meşrutiyet kuramlarını bulan en büyük filozofların, bu kuramları kurmak için çalıştıkları esasları inceledim, bunların içeriğini anlamaya çalıştım. Benim gördüğüm şudur: Düşünmüşler ve nasıl yapalım da bu zorba kuvvet, o toplumsal ve ulusal iradenin aşağısında kalabilsin ya da sıfıra ulaşabilsin diyorlar. Ve bunu başaramamak yüzünden büyük ve derin bir ıstırap duyuyorlar. Jean Jacques Rousseau’yu baştan sona kadar okuyunuz! Ben okuduğum vakit, gerçek olduğuna inandığım bu kitap sahibinde iki esas gördüm. Birisi bu ıstırap, diğeri bir cinnettir. Merak ettim, özel durumunu inceledim. Anladım ki, bu adam mecnun idi ve cinnet durumunda bu eserini yazmıştır. Dolayısıyla çok ve pek çok dayandığımız bu kuram, böyle bir dimağın ürünüdür.”
“Bu Meşrutiyet kuramlarını bulan en büyük filozofların, bu kuramları kurmak için çalıştıkları esasları inceledim, bunların içeriğini anlamaya çalıştım. Benim gördüğüm şudur: Düşünmüşler ve nasıl yapalım da bu zorba kuvvet, o toplumsal ve ulusal iradenin aşağısında kalabilsin ya da sıfıra ulaşabilsin diyorlar. Ve bunu başaramamak yüzünden büyük ve derin bir ıstırap duyuyorlar. Jean Jacques Rousseau’yu baştan sona kadar okuyunuz! Ben okuduğum vakit, gerçek olduğuna inandığım bu kitap sahibinde iki esas gördüm. Birisi bu ıstırap, diğeri bir cinnettir. Merak ettim, özel durumunu inceledim. Anladım ki, bu adam mecnun idi ve cinnet durumunda bu eserini yazmıştır. Dolayısıyla çok ve pek çok dayandığımız bu kuram, böyle bir dimağın ürünüdür.”
KAYNAKLAR
Ata, B.
(2003). Rousseau Emile ve tarih öğretimi, Milli Eğitim Dergisi, sayı:
159, Ankara. Erişim Tarihi: 01.10.2007,
http://yayim.meb.gov.tr/dergiler/159/ata.htm.
Dent, N. J.
H. (2006): Rousseau sözlüğü, Çeviren: Gözkan, B. Ilgıcıoğlu, N., Çitil, A.,
Kovanlıkaya, A., Sarmal Yayıncılık, İstanbul.
Gagnebin,
B. ve Raymond, M. (1969). Jean Jacques Rousseau tüm eserleri (Jean Jacques
Rousseau Oeuvres Completes), Gallimard, Paris.
Launay, M.
(1966). Jean Jacques Rousseau Emile ou de L’education, garnier flammarion,
Paris.
Rousseau,
J.J. (1990). İnsanlar arasındaki eşitsizliğin kaynağı, (çev. Rasih Nuri İleri),
İstanbul.
Rousseau,
J.J. (1990). Toplum sözleşmesi (çev. Vedat Günyol), İstanbul.
Rousseau,
J.J. (2006). Emile bir çocuk büyüyor, Selis Kitaplar, İstanbul.
Sönmez, V.
(2002). Eğitim felsefesi, Anı Yayıncılık, Ankara.
Okuduğunuz için teşekkürler...
Gülçin KARADENİZ
Güzel bir değerlendirme yazısı olmuş. Elinize sağlık
YanıtlaSilTeşekkür ederim.
Silteşekkürler latent dönem
YanıtlaSil