29 Mayıs 2011 Pazar

FREUD, SIGISMUND SCHOLOMO


1856-1939
                               
1. FRUED’UN HAYATI
Freud, 6 Mayıs 1856’da Amalia ve Jacob Freud’un oğlu olarak doğmuştur. Freud Ailesi, Moravya’nın Freiberg şehrinde yaşıyorlardı. Aile içindeki konumu biraz alışılmışın dışındaydı; çünkü Freud bir amca olarak doğmuştu. Baba Freud’un işleri bozuk gidince aile, Freud üç yaşındayken Viyana’ya taşındı. Freud, uyumlu bir çocuk olarak tanımlanır.  Entelektüel eğilimleri çocukluk dönemlerinde de oldukça belirgindi. Odasında saatlerce okur ve çalışırdı. Sigmund, İncil tarihine gömülmüş olarak yetişti. Bununla birlikte, bir ateist oldu ve ömrü boyunca öyle kaldı. Freud’un ailesinin yapısını yanlış anladığı düşünülmektedir.  Kız kardeşi Anna doğduğunda, Sigismund, Philipp’in babasının yerini aldığından ve annesine bir çocuk verdiğinden kaygılanmaktaydı. Sigismund’un annesi ile ilgili olarak da kafası karışıyordu, çünkü onun bakımını yaşlı Çek dadı üstlenmişti. Bu dadı Jacob için Amalia’dan çok daha uygun bir eş olabilirdi (Green, 1998: 181-218 ).

İki yaşındayken yatağını ıslatıyordu bu durum babasının onu azarlama nedeniydi. İnkar, yasaklama, kısıtlama ve otorite ilkelerini temsil edenin genellikle baba olduğu inancını doğuran şey bu deneyimlerdi; baba gerçeklik ilkesini, anne ise haz ilkesini temsil ediyordu.                                                                                      

Freud’un erken çocukluk döneminde anne-babasından sonra gelen en önemli insanın, yeğeni John olduğunu düşünmek için pek çok nedenimiz var.  Freud çocukluğunu yeniden gözden geçirdiğinde, John’a yönelik karşıt duygularının kişiliğinin gelişimini nasıl koşulladığına tekrar tekrar dikkat çekmiştir.

Freud eğitimine Viyana’da başlamıştı. Başlangıçta evde babasından ders alıyordu.  Sonra özel bir ilkokula gitti, daha sonra da ortaokul ile lisenin birarada bulunduğu Gymnasium’a girdi. Başlangıçta Freud avukat olmayı tasarlıyordu. Freud sonraları, ünlü bir zoolog ve hoca olan Carl Brühl’ün “Kucaklayan Ana” adlı, doğa üzerine tutkulu bir şiirini dinledikten sonra bilim adamı olmaya karar verdiğini açıklamıştı. Freud, doğa üzerine çalışmak istiyordu. Bunu yapmanın bir yolu da biyoloji okumaktı.  1873’te Freud Viyana Üniversitesi’ne tıp öğrencisi olarak kaydoldu. Burada Sigismund olan adını Sigmund olarak değiştirdi. Freud, üçüncü yılın sonunda diğer dallarda başarılı olamayacağı düşüncesiyle fizyolojide uzmanlaşmaya karar verdi. Bu karar sonucu Brücke’nin Fizyoloji Enstitüsü’nde öğrenim görmeye başladı. 1876’da Fizyoloji Enstitüsü’nde Brücke’nin gözetimi altında araştırma yapmak üzere bir burs sağlayan Freud, burada nöroloji alanındaki ilk çalışmalarına başladı.  1881’de tıp doktoru ünvanını alan Freud, Brücke’nin laboratuarındaki çalışmalarını mezun olduktan sonra bir yıl daha sürdürdü. Freud 1882'de Brücke'nin laboratuarından ayrıldı ve Viyana Genel Hastanesi'nde çalışmaya başladı.  Kısa sürede nöroanatomi ve nöropatoloji üzerine yoğunlaşmaya başladı.  Bu dönemde de kokainin olası tıbbi kullanımı üzerine ilk sorgulamasını yayınladı ve bu Koller'e ilacı yerel anestezik olarak kullanma düşüncesini verdi.  1886 Martha Bernays'la  evlendi.

1886’da Freud, sinir hastalıklarına konsültan olarak çalıştığı bir özel muayenehane açtı. Nöropatolojik çalışmalarına birkaç yıl devam etti çocuklardaki beyin felci bu konuda önde gelen bir otorite oldu.  Yine bu dönemde afazi üzerine önemli bir monografi yazdı.  Freud’un yaşamında 1887’den 1897’ye kadar değin geçen on yıllık sürenin psikoanalizin temelinin atıldığı dönem olduğu söylenebilir.  Charcot’nun laboratuarından ayrıldıktan sonra, bir daha hiç deneysel çalışma yapmadı. Charcot’nun laboratuarındaki tecrübesi, Freud’un klinik kariyerinin başlangıcıydı.  Fransa’daki incelemelerinden sonra Viyana’ya dönen Freud, Breuer ile çalışmaya başladı. Breuer’in hipnoz uyguladığı hastalar, hipnoz altındayken sorunlarını baskısızca ve açıkça anlatıyorlar, hipnozdan uyandıklarında ise büyük bir rahatlama duyuyorlardı.  Bu yönteme “katarsiz” denilmiştir.

İlerleyen yıllarda yaptığı çalışmalara bakıldığında;
      1893 Freud'la Breuer arasında giderek artan görüş ayrılığı. Freud, savunma ve bastırma kavramlarını ve de nevrozun, ego ile libido arasında bir çatışmanın sonucu olduğunu getirir.
      1896 Ruh çözümleme teriminin ortaya çıkışı. Babasının ölümü (80 yaşında).
      1897 Freud'un öz-çözümlemesi; yaralanma kuramının terk edilmesine ve çocuksu cinsellik ve Oediepus karmaşasının benimsenmesine yol açmıştır.
      1902 Professor atanır.
      1911 Alfred Adler'in ayrılışı. Ruh çözümleme kuramlarının psikolojik bir olguya, Dr. Schreber'in öz yaşam öyküsüne uyarlanması.
      1923 Ego, İd ve süperegoa tanımı. Kanser hastalığının ortaya çıkışı.
      1936 Hitler'in Avusturya'yı işgali. Freud, Londra'ya gitmek üzere, Viyana'yı terk eder.

           Freud,  23 Eylül 1939’da çene kanseri hastalığına yenik düşmüştür.

           Osborne’nun (2006:10) aktarımıyla, Freud’un çalışmalarının dört ana everesi;
      Breuer ile bağlarını koparana (1895) kadar isteri konusunda özel çalışmalara başlayan araştırmalar,
      Kendi kendini analiz ve ana ilkelerin belirlenmesi (1985-1899),
      İd psikolojisi, psikanalitik psikolojinin ilk sistemi (1900-1914),
      Ego psikoojisi daha önceki fikirlerin genişletilmesi ve yeniden düzenlenmesi.

Temel Eserleri;


Kuramında ortaya attığı bazı kavramlar yıllarca tartışılmış ve eleştirilmiştir. Ancak ortaya koyduğu görüşler psikoloji bilimine son derece yarar sağlamış ve değişik bir bakış açısı kazandırmıştır (Aydın, 2005:125).

2. FRUED’UN KİŞİLİK KURAMLARI

2.1.KİŞİLİK
Köknel (1985:19) kişiliği; bireyin kendine özgü ve ayırıcı davranışlarının bütünüdür olarak tanımlamaktadır. Bir başka tanıma göre ise kişilik; insanın duygu, tutum ve davranışlarını örgütlemiş, kalıplaşmış, alışkanlık haline gelmiş bütünüdür (Lerner,1986:299). Cartledge ve Milburn aktarımıyla (1980)  Frued’a göre kişilik; bireyin psikoseksüel gelişim evrelerinden geçmesi ile oluşur.

Freud’a göre (Morris, 2002:483) kişiliğimizin temeli bilinç dışı dinamiklerde yatar. Bu dinamikler normalde farkında olmadığımız duygu ve düşüncelerimizdir.

Freud’a göre insan yaşamını etkileyen iki güç vardır; Cinsellik (eros) ve Saldırganlık (Thanatos). Bu dürtüler, doyuma ulaşmazlarsa bilinç altına itilirler. Burada yok olmaz varlığını sürdürürler ve bazen şekil değiştirerek karşımıza çıkarlar. Örneğin, saldırganlık dürtüsü aşırı iş yapma olarak üretkenliğe dönüşebilir. Yine bu dürtüler dalgın olduğumuz anlarda dil sürçmeleri ile de ortaya çıkabilir
(Cüceloğlu,1998:22).

Frued’un Kuramının Varsayımları
      Nedensellik
      Monizm
      Mental Enerji
      Devamlılık Prensibi ve      Tekrar Dürtüsü
      Ekonomi Prensibi
      Zevk ve Haz Prensibi (Üge,2006).

Nedensellik: Tüm davranışlar kendinden önceki nedenlerle doğar. Her tepki bir etki sonucudur ve her etki bir tepki yaratır. Bu bağlantı bulunamıyorsa, daha fazla gözlem, inceleme ve bilgi toplama gereği vardır.

Monizm: İnsan ve doğa anlamlı bir bütündür. Patolojik ya da normal tüm davranışların, insan özelliklerinin fiziksel ve kimyasal olaylar arasında direkt bağlantı vardır.

Mental Enerji: Doğada tek bir enerji var olup çeşitli biçimler yer almaktadır. Enerji kaybolmaz mental ya da psişik enerjiye dönüşebilir. Yine enerji kaybolmaz, biriktirilebilir, saklanabilir ya da kanalize edilebilir. Psişik enerji, somatik enerjinin yer değiştirmiş halidir.

Devamlılık Prensibi ve Tekrar Dürtüsü: Organizma belli uyaranlarla karşılaşınca bazen gerilim ve denge bozukluğu ortaya çıkarır. Gerilimi azaltmak için tepkide bulunmaya ve dengesini elde etmeye çalışır.

Ekonomi Prensibine göre enerji yok olmaz.  Bir şeye/bir olaya enerji yüklendiğinde o mental enerji ile dolar. Buna KATHEKSİS denir. Bu enerji de yok olmayacağına göre başka alana kaydırılır ve ekonomi prensibine göre kullanılır. Organizma, denge ve düzeni sağlamak için bu prensibi kullanır. 

Zevk ve Haz Prensibi: Organizma dengede olduğu zaman mutludur. Doyum bulduğunda haz alır. Bunu yaşam boyu arar. Gerilim doyumsuzluğu gösterir. Görülen bozukluklar, mental enerjinin yeterli biçimde kullanılamaması, bloke olması, saplanması kişinin gerginliğinin sonucudur (Üge,2006).

Freud, bütün çalışmalarında bu altı prensipten bahsetmiştir. Ortaya koyduğu çeşitli kuramlar bu prensiplerim ışığında gelişmiştir.

2.2. TOPOGRAFİK KİŞİLİK KURAMI
Frued, 1914’de yazdığı “ilk topoğrafya” adlı makalesinde bu kuramı hakkındaki görüşlerini ayrıntılı olarak sunuştur (Freud, 2003). Bilinç; algı ve bilgilerin açık seçik izlendiği duygu, düşünce, tutum, heyecan ve davranışa ilişkin haberdarlığın bulunduğu süreçtir. Bilincin içeriği, konuşma ya da davranışlarla çevreye iletilir.
Yörükoğlu’na (1993:85) göre bilinç, çevrede olup biteni anlamlandırma, algılama ve ayırmaktır. Bireyin zihnini ve dikkatini zorlayarak anımsadığı olaylar yani anılar bilinç öncesi olarak adlandırılır. İnsan düşüncesinin büyük bir kısmını ise bilinç alanı dışında bulunmaktadır. İçgüdüsel tepkilerin kaynağı buradadır. Saldırganlık, cinsellik ve ölüm içgüdüsü ile hatırlanması acı, mutsuzluk veren nahoş, örseleyici anılar bu bölgede baskı altındadır (Aydın, 2005:7).

Bilinçaltı; bilince yakın olan, hemen bilinçli olacak bilgiler, anılar ve düşüncelerden oluşur. Frued’a göre bilinçaltı bir yer, bir şey değildir. Zihnin bastırılan bir parçasıdır (akt. Osborne, 2006:57-60).

Dürtüler, doyuma ulaşmazlarsa bilinç altına itilirler. Burada yok olmaz varlığını sürdürürler ve bazen şekil değiştirerek karşımıza çıkarlar. Örneğin, saldırganlık dürtüsü aşırı iş yapma olarak üretkenliğe dönüşebilir. Yine bu dürtüler dalgın olduğumuz anlarda dil sürçmeleri ile de ortaya çıkabilir (Cüceloğlu,1998:22).
Bilinçdışı, bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları içerir.

Topografik kişilik kuramı; bireyin bilişsel etkinlikleri ile ilişkili olup, insan davranışlarının bilinçten öte, bilinç altı materyallerle ilişkili olduğunu vurgular (Yeşilyaprak, 2005:114).

Freud Topografik Kişilik Kuramında, bireyin bilince uzaklılıklarını saptamaya çalışmış ve bilişsel içeriklerin belirli bilinç bölgelerinde olduğunu ileri sürmüştür (Gençtan, 1993:26).

2.3.YAPISAL KİŞİLİK KURAMI
Topografik gelişim kuramı, Freud’un düşünce gelişimi içerisinde geçici bir model olarak yer almıştır. Klinik çalışmaları sırasında bazı gözlemlerinin topografik kurama uymadığını fark etmişti. Bu modele göre ahlaki değerlere ilişkin duyguların, içgüdülere karşıt güçlerin bulunduğu bilinç düzeyinde yer alması gerekiyordu (Gençtan, 1993:27). Feud kişilik adını verdiği, ruhsal aygıtı, benlik dizesi olarak algılar. İd, ego ve süper ego bu benlik dizgesini oluşturur (Gürses, 2003:139). Freud’a göre yaşamın ilk günlerinde tamamen id’den oluşan ilkel yapı ayrışarak ego ve süper egoyu oluşturmaktadır (Yeşilyaprak, 2005:115).

2.3.1.İd:
Kişiliğin psişik enerjisi ve içgüdüler bu yapı içindedir. 
Kalıtımsaldır,
İçgüdülerin bütünlüğünden oluşmuş bir gizil güçtür.
Kaynağını organik, bedensel süreçlerden alır.
İd enerjisi, üretici ve birikimlidir, abartılı olarak biriktirildiğinde organizma içinde gerilim oluşturur (Gürses, 2003:139).

Freud, insan davranışını birincil dürtülerin –cinsellik ve saldırganlık- belirlediğini savunmuştur. Bu içgüdüler idi harekete geçirir. Doğuştan var olan id, haz ilkesine - idin içgüdüye anında doyum araması - göre çalışmaktadır. İdin gerçek dünya ile bağlantısı olmadığından içgüdüleri doyurmanın iki yolu vardır; Bunlardan ilki hoş olmayan duyumları anında ortadan kaldıran tepkisel davranışlardır. İkinci yol ise rahatsız edici duyumlardan kurtulmak için insanın arzu gerçekleştirme yoluyla istediği şeyi zihinde canlandırmasıdır (Lerner,1986:300-302).

Şekil 1: Haz ve gerçeklik ilkelerinin Freud’a göre çalışma biçimi (Akt: Morris, 2002:457).

2.3.2. Ego:
Yaşın ilerlemesi ve çocuğun büyümesi ile çevreden alınan geri bildirimlerle beklentiler öğrenilir. Böylece, gerçeklik ilkesine göre faaliyet gösteren ve kısmen de olsa bilinçli bir bölge olan ego oluşur (Aydın, 2005:6-7).

Bireyin biyolojik ve psikolojik isteklerinin nesnel gerçeklik içinde doyum aradığı bir gerçeklik bölgesidir. Bir başka değişle id’i yöneten ve yönlendiren ego’dur (Gürses, 2003:140).

İdin gerçekle olan bağlantısını oluştur. Akıl yürütmenin ve bilinçli düşünmenin tümünü kontrol eder. Ego, gerçeklik ilkesine göre çalışır. İdin isteklerini güvenli ve etkili bir yol bulana dek erteler (Lerner,1986:300-302).

Sadece id ve egodan oluşan kişilik çok bencil olup, sosyal yaşamda var olamaz.

2.3.3. Süper Ego
Gerçeklik ilkesiyle değil, ahlaki ilkelere göre hareket eden bir yapıdır. Bireyin ilk çocukluk yaşantılarından başlayarak süre içinde aldığı ödüller, değerler ve cezalar, törel uyarılar, geleneksel değerler giderek içselleşir ve süzülerek bireyin süper ego’sunu oluşturur. Toplumsal istekler bireyin vicdanında içselleşir, özümsenir (Gürses, 2003:141).

Her insanda bu üç yapı mevcuttur, ama her zaman dengeli değildir (Aydın,2005:125).

Sağlıklı bir kişilik gelişimi için bu üç boyutun olabildiğince “uzlaşabilmesi” ve  “denge”
içinde olması esastır  (Yeşilyaprak, 2005:116).

2.3.4. Ego Savunma Mekanizmaları
Savunma Mekanizmaları; Hemen herkeste zaman zaman görülen bazı davranışlar vardır ki, “anlaşılmaz” ya da “garip” olarak nitelendirilir.  Örneğin, bazı kişilerin kendilerini çok övdükleri, bazen lüzumsuz yere öfkelendikleri bir ablanın ya da ağabeyin kardeşleri için aşırı derecede fedakârlıkta bulunduğu, bazen ise, insanın kendisini aşırı bir heyecanla ve doğru olmayan sebeplerle savunmaya kalktığı görülür. Bu davranışlara, çok kere, doyurulmamış temel ihtiyaçların neden olduğu iç huzursuzlukların giderilmesi için başvurulur.  Başkaları tarafından az çok yadırganan bu davranışlar, çok sık tekrarlanacak olursa alışkanlık haline gelir ve bireyin kişiliğinin bir özelliğini oluşturur.  Bazen bu davranışlar onun mutluluğu için önemli de olabilir.  Çünkü, doyumsuz kalan temel ihtiyaçlara, gerçekleşmemiş istek ve emellere, çözüm yolu bulunamayan kişisel problemlere ancak böyle tahammül göstermek mümkündür.  Bu davranışlara “Savunma Mekanizmaları” adı verilmiştir.  Savunma mekanizmaları;

      Bastırma
      Neden Bulma
      Yansıtma
      Dışlaştırma
      Ödünleme
      Yön Değiştirme
      Dışa Vurma
      Denetleme
      Ketlenme
      Duygusal Yalıtım
      Tepki Oluşturma
      Gerileme
      Saplanma
      Yüceltme

Savunma mekanizmaları gerek kişinin ortama adaptasyonunda ve gerekse gelişiminde çok önemli bir rol oynar.  Kişilik Gelişimi’nin en göze çarpan ve önemli gerçeklerinden biri, onun sürekli olarak değişimidir.  Bu değişim hayat boyunca devam etmekle beraber, en belirgin olarak bebeklik, çocukluk ve ergenlik devrelerinde gözlemlenir.  Gelişim süresince ego, yapısal olarak farklılaşır, dinamik olarak da enerjinin dürtüsel kaynakları üzerine olan kontrolünü arttırır. Tüm kişilikte oluşa gelen değişiklikler, beş koşulun sonucu ortaya çıkar.
      Olgunlaşma
      Dış dünyadan kaynaklanan ve düş kırıklığı ile sonuçlanan üzüntü verici uyarılar
      Kişisel yetersizlikler
      Sıkıntı
Kişinin olgunlaşma süreci içinde karşılaştığı tüm engelleyiciler ve bunlarla savaşımı, bu engelleri yenme yolunda ortaya koyduğu uğraş, onun kişiliğini geliştirir.  Bu gelişimde ego, ait olduğu organizmayı koruma gayretiyle bir takım Savunma Mekanizmaları yaratır. 

Savunma mekanizmaları; bilinçsiz olarak, farkında olmadan kaygıdan kurtulma çabasıdır.  Kişinin karşılaştığı güçlüklerle savaşmasını sağlayan mekanizmalardır.  Normal veya nörotik her şahıs, hayata uyumda bu savunma mekanizmalarından birini veya birkaçını kullanır. 

Özetle, Kişilik Davranışları = Gelişim + Savunma Mekanizmaları diyebiliriz.

Savunma mekanizmaları;

·         Herkes tarafından kullanılır.
·         Kaygı, stres ve gerilimin etkisini azaltır.
·         Bilinçsizce yapılır.
·         Bireyin benliğini korur.
·         Sürekli ve aşırı kullanıldığında bireyi patolojik boyuta taşıyabilir.

2.4. İÇGÜDÜLER KURAMI
İçgüdü terimi ilk kez, hayvan davranışlarını inceleyen araştırmacılar tarafından,
kalıtsal kökenli ve öğrenme sonucu edinilmiş olan tepkilerin ayrımını yapabilmek amacıyla kullanılmıştır. Daha sonra annelik içgüdüsü ve korunma içgüdüsü gibi fizyolojik temelden yoksun amaca yönelik davranışları tanımlayan tepkiler için kullanılmıştır
(Gençtan, 1993:28).

Freud, içgüdüyü, beden ve zihin arasındaki sınır üzerine yerleştirmiştir. Bu tanımın psikolojik ve biyolojik öğeleri birlikte içermesi kavram kargaşasına neden olmuştur.

Aslında içgüdü; içsel ve organik uyarılmanın psikolojik anlatımıdır. Kaynaklandığı bedensel uyarılmaya İhtiyaç, ihtiyacın psikolojik temsilcisine de istek denir.

İçgüdüler davranışı güdülenmekle kalmaz, aynı zamanda davranışın yönünü de belirler.

2.5.PSİKOSEKSÜEL GELİŞİM
Freud’a göre; yaşamın ilk beş yılı çok önemlidir. Sonraki yıllarda fazla bir değişiklik meydana gelmez (Bacanlı, 2005:85).

Freud, duygusal problemlerin yaşamın ilk yıllarına kadar uzandığını ve bu yılların örseleyici izler bıraktığını fark etmiştir. Bu deneyimleri sonucu psikoseksüel kuramı geliştirmiştir(Aydın,2005:8).

Freud’un kişilik gelişimine ilişkin görüşlerinden esinlenen kuramcılar, Freud’un görüşlerini önemli ölçüde revize etmiş olmakla birlikte, erken çocukluk yıllarındaki ana-baba-çocuk ilişkilerinin niteliğinin çocuğun kişilik gelişimi üzerinde belirleyici olduğunu kabul etmişlerdir (Yeşilyaprak, 2005:120).

Freud, (1933:11) ilk olarak bilinçsizlik ve bastırma kavramlarından ve insan ruhunun derinliklerinde libido denen bir güçten bahsetmiştir. 

Freud,  kaynağı cinsel dürtü olan enerjiyi LİBİDO olarak adlandırır (Morris,2002:483).

Freud’a göre (1933:9) bilinçsiz yasaklamalar ve bastırmalar problem yaratır. Nevrozlar ego ile libido arasındaki uzlaşmazlıkların sonucudur.

Libidonun gelişme dönemlerine psikoseksüel gelişim denir. Libido, genellikle erojen bölgelere biyolojik olarak yoğunlaşır.  Her dönemde libido enerjisi farklı bölgelerde farklı olarak karşımıza çıkar (Aydın, 2005:130).

2.5.1.Oral Dönem
(0-1,5 Yaş)
Bu gelişme evresinde libido ağız etrafında merkezlenir. Ağız, dudaklar ve dil ile gereksinimlerini karşılama, algılama, kendini ifade etme ve dış dünyayı tanımayla karakterize edilir. Oral Dürtü Öğeleri:
      Oral  Erotizm (Libidoya yönelik öğe); Oral gerginliğin yarattığı duruma son vermeyi amaçlar. Emzirme sonunda gevşeme, suskunluk olur.
      Oral Sadizm (Saldırganlığa Yönelik Öğe); İnsanda var olan yıkıcı eğilimlerin ilk belirtileridir. Isırma, çiğneme, tükürme ve ağlama olarak kendini gösterir.

Dönemin Gelişim Aşamaları:
      Ağız – dış obje ayrımını fark ediş,
      Anneyle ortaklaşa kurulan düzenli ilişki,
      İleriki yaşama ve ilişkilere kurulan ilişkinin etkileri,
      İleri derecede oral doyum ve yoksunluğunun oluşturabileceği libidonal saplantılar.

Dönem Başarıyla Sonuçlanırsa;
      güven – özgüven
      verme- alma yeteneği
Dönemin Başarıyla Sonuçlanmadığı Durumlarda;
      Tırnak yeme,
      Kıskançlık, karşılık bekleme,
      Aşırı bağımlılık,
      Abartılı yardım severlik,
      Psiko-somatik hastalıklar,
      Alkol, sigara tüketiminde sıklık (Arı, 2005:74-75; Üge, 2006, Gençtan,1993:33).

2.5.2. Anal Dönem
(1,5-3 Yaş)
Bu dönemin özellikleri;
      Kas kontrolünün kazanılması
      Bağımsızlaşma eğiliminin ilk belirtileri’dir.

Anal Dürtü Öğeleri;
Anal  erotizm: Değerli bir armağan gibi algılanan dışkıyı tutma ya da anneye sunmaktan duyulan cinsel hoşlanıma denir.
Anal sadizm: Dışkıyı yıkıcı bir güç olarak kullanmak anlamındadır. Düşüncelerde de meydana gelebilmektedir.

Tuvalet Eğitimi;
Çatışma başlangıcı, sadizmin ortaya çıkış nedenidir. Dönemin başarılı sonuçlanması, barışçı yolla çözüme ulaşma söz konusuyken dönemin başarısızlıkla sonuçlanması, çözülememesi durumu doğar.

Otomatik Devreler dediğimiz ORAL ve ANAL dönemlerde çocuk; anne ve babasıyla teke tek ve benzer bir ilişki içindedir.

Bu dönemlerde libido çocuğun kendi bedeninde ve bedeninde doyum aramaktadır.

2.5.3.Fallik Dönem
(3-6 Yaş)
Bu dönem, ilgiler cinsel organlara odaklaştırmaktadır. Çocuk yetişkinlik için cinsel gelişiminin temelini atmaktadır. Fallik Dönemde libido çocuğun kendi bedeninin dışında bir objede doyum aramaktadır.  Çaba bir sevgi objesi bulmaktır.

Çocuk bu evrede kadın ve erkeklerin farklı cinsel organların olduğunu fark eder. Kendi yapısını cinsiyeti ile özdeşleştirir. Bu dönem, çocuğun ilerideki nevrotik yapıları için temel oluşturur. Ayrıca Fallik Dönem sonunda süper egonun kazanıldığı düşünülmektedir.

Çocuk ve anne-babası arasında sevgi büyüktür. Bunun yanı sıra yarışma ve düşmanlık duyguları da giderek belirginleşir. Bu duygular OEDIPUS KOMPLEKSİ[1]’ne zemin hazırlar. Freud, bu dönem çocuklarında masturbasyon yapma eğilimi artar ve karşı cins ebeveyne yönelik, çoğu bilinçdışı cinsel düşler geliştirilir, der.  Oedipus Kompleksi hadımlaştırma kompleksinin bir sonucu olarak gereçekleşir (Freud, 2002).

Freud, Ödip kompleksine dizgesel bir açıklama vermemiştir. Bu kavram 1910’da yazılarında açık bir şekilde belirmiş, sonra da yavaş yavaş tamamlanmıştır. Kendi kendine yaptığı analiz sonucunda ortaya çıkardığı Ödip kompleksi, Freud için herkesin kendinde görebileceği bir şeydir : anneye duyulan aşk ve babaya olan sevgi ile çatışan babaya karşı bir kıskançlık duygusu. Freud, antik Kral Ödip tragedyasına yaptığı gönderme ile, baştan Ödip kompleksini evrensel bir insan özelliği olarak göstermiştir.

Ödip kompleksi, bir yandan isteğin anne ve babaya yatırılmasını ve onlarla özdeşleşmeyi, diğer yandan da bu iki ilişki türünün bir deneyim süresince değişime uğramasını kapsayan bir bilinçaltı sürecidir. Ödip kompleksinin bir çözümü vardır : bu kompleksi oluşturan bilinçaltı süreçlerinden kaynaklanan gerilimlerin çözümü. Ödip kompleksinin tam süreci bu üç evreden oluşuyor : duygu yatırımları ve özdeşleşmeler, dönüştürme, çözüm.
Freud, Ödip kompleksinin pozitif ve negatif olmak üzere iki şeklini tanımlamıştır. Pozitif şekli, erkek çocuğun annesine olan düşkünlüğü ve babaya aynı anda beslediği iki karşıt duygudan oluşmaktadır. Negatif şekli ise, erkek çocuğun babasına sergilediği kadınsı ve şefkatli tutumdan ve anneye karşı kıskanç ve düşmanca davranışlarından oluşmaktadır. Ödip kompleksinin bu iki şekli, gerçekte birbirine karışırmıştır. Rekabet durumunun dışında, Freud çocuğun babasına olan çelişkili tutumunu açıklamak için işin içine eşcinsel olgular karıştırır. Ayrıca, Freud yavaş yavaş Ödip kompleksinin erkek çocuklar için ve kız çocuklar için tıpa tıp aynı olmadığı fikrini kabul etmiştir. Zira Ödip kompleksinin çözülmesi, kız çocuk için, aşk nesnesinin değişmesi, anne yerine baba olması, kadından erkeğe geçmesi, anlamına gelir.

Ödip kompleksinde babanın yerine bakıldığında Freud, 1912 senesinde, Totem ve Tabu ile, Ödip kompleksi ve babanın evrensel rolü arasında direkt bir bağlantı kurmuştur. Ödip kompleksiyle etnologlarca tanımlanan ensest yasağı arasında bir tutarlık ilişkisi ortaya çıkarmıştır. Öte yandan, Ödip kompleksine tüm insanlık için kurucu bir nitelik vermek için, efsanevi bir ilk an yaratacaktır : kabiledeki ilkel babanın cinayeti. Freud ‘ilkel kabile’ fikrini Darwin’den almıştır, zamanının en ünlü antropoloğu Robertson Smith’den ise totemik yemek varsayımını. Smith’e göre bu yemek, kabile üyelerinin beraberce totem hayvanını yedikleri en ilkel dini davranıştır. Freud, nevrozluların, çocukların ve ilkel insanların psikolojileri arasında benzetme yaparak, baba ile totem arasında bir özdeşleşme varsayımında bulunur. Insanların küçük gruplar halinde yaşadıkları çok eski bir çağ hayal eder. Gruplar, gruptaki kadınlarla cinsel ilişkide bulunma hakkını kendine saklayan bir ilk babanın egemenliği altındadır. Bir gün, oğullar babaya karşı isyan ederler ve onu yerler. Bunu yapar yapmaz suçluluk duygusuna kapılıp, daha sonraki tüm dinlerin ve genel olarak insan kültürünün kaynağı olacak ve ayini totemik yemek olan totemik dini kurarlar. Böylece, nevrozlunun ödipyen fantazmlarındaki baba cinayeti, kurucu tarihi ve kültürel bir olaya bağlanmış olur. Antropolojik açıdan bakıldığında bu varsayımın bir hayal ürünü olmasına rağmen, ödipyen suçluluk dugusu ile ilk baba cinayeti kavramı arasındaki bu zincirlenme ilişkisi, psikanaliz kuramlarının içine işleyecektir. Ancak, aslında Freud’ün gerçek dahiliği her gün görebileceğimiz bir şeyi kanıtlamak olmuştur : dinlerin, kişileri efsanevi bir babaya boyun eğdirmek amacıyla, ödipyen suçluluk duygusunu kullanması. Totem ve Tabu’dan yola çıkılarak iki karışıklık yapılmıştır : babanın yeri ile iktidarın yeri arasında ve ilk baba ile grup öncüsü arasında (bu ikinci karışıklık Freud’ün Kitle psikolojisi ve Ben analizi‘nde yaptığı karşılaştırmadan gelmektedir). Ayrıca, Totem ve Tabu’da Freud’ün öne sürdüğü şemada, anneye ve kız çocuklara hiçbir rol verilmemiş olduğunu belirtmek gerekir. Bu yine, ataerkil kültürün Freud’ün teorisinde çok fazla etkisi olduğu eleştirilerine konu olacaktır (Freud, 2002/ Freud, 2002b/ Freud, 2001).

Bu dönemde; ameliyat ve sünnet edilmek kadar anne babanın boşanması da çocukta tehlikeli sonuçlar doğurabilmektedir (Üge, 2006).

2.5.4. Gizil Dönem
(6-11 Yaş)
Bu dönemde kızlar ve erkekler hemcinslerine yaklaşırlar.  Fallik dönemde gerekleşen sağlıklı özdeşim ve süper egonun kazanılmasıyla TOPLUMSAL ROLDE güçlenme görülür. Ayrıca bu dönemde çocuk anne baba dışında öğretmenleri ile de özdeşleşmeye başlar.

Cinsel enerji; oyuna, öğrenmeye ve diğer insanlara yönlendirilmiştir.  Bu dönemde beceriler edinilir.

Gizil dönemin başarılı bir biçimde atlatılamadığı durumlarda iki tür aksaklık ortaya çıkabilir. Çocuk içsel dürtülerinin denetimini sağlayamazsa, enerjisini öğrenme ve beceri geliştirmeye yöneltemez. Ya da aşırı bir denetim mekanizması geliştirerek kişiliğinin gelişim yolunu kapatır ve obsesif karakter yapısının yerleşmesine neden olur. Bu dönemin sağlıklı bir biçimde yaşanması ise çocuğun, yenilgiye uğradığında, aşağılık duygusuna kapılmaktan korkmadan ve özerk bir varlık olarak girişimlerde bulunmayı öğrenmesini sağlar. Böylece, olgun yetişkin yaşamın özü olan sevgiden ve çalışmadan doyum sağlamanın temeli hazırlanır.

2.5.5.Genital Dönem
(11-20 Yaş)
Ergenlik döneminde çocuğun fizyolojik olgunluğa erişmesi ve bazı hormonların etkinliklerinin artmasıyla, cinsel nitelikli olanlar başta olmak üzere çeşitli dürtülerin gücü artar. Bu yoğunlaşma önceki gelişim dönemlerindeki çatışmaların yeniden canlanmasına neden olur. Genital dönem bu çatışmalara yeni çözüm yolları aranmasına olanak sağlar ve bu çözümler bulunabildiğinde yetişkin bir insan kimliği kazanılmış olur.

Bu dönemin amacı, ergenin ebeveynine olan bağımlılığından koparak aile dışındaki karşı cinsten kişilerle olgun ilişkiler kurabilmeyi öğrenmesine yöneliktir. Bir başka deyişle, bu dönemde özsever duygular gerçek kişilere yönelmeye başlar. Karşı cinse ilginin yanı sıra, toplumsallaşma, grup etkinliklerine katılma, meslek seçimine ilişkin tasarılar ve yuva kurma isteği belirir. Kişi, giderek, zevk arayan özsever çocuktan gerçeklere yönelik toplumsal yetişkine dönüşür.

Ergenin en önemli çabalarından biri de, toplumun onayladığı değer yargılarına uygun varsayımlar geliştirebilmektir. Doğru ve yanlış kavramlarının geliştirilmesinde bu kez kullanılan ölçüt, çocuğunkinden farklı ve yetişkin yaşamın ihtiyaçlarına yöneliktir.
Dolayısıyla, yetişkinliğe adım atmadan önce ergenin, kendini denetleyebilme mekanizmalarını yeterince geliştirmiş olması gerekir.
Ancak, hızlı değişen çağdaş toplumlarda geçerli değer yargılarına ulaşabilmek pek de kolay olmaz ve başarı ile atlatılamayan kimlik bunalımı, ergen de, toplum içindeki rolüne ilişkin bir şaşkınlık yaratır.

Freud'a göre, olgunluk iki ölçütle belirlenir:
Sevebilmek  ve Çalışabilmek.

Dolayısıyla ergen, kendisine uygun bir öğrenim ve meslek seçimi yapabildiğinde rolünün önemli bir koşulunu yerine getirmiş olur.  

Genital dönemin sorunlarının başarılı bir biçimde çözümlenememesinin yaratacağı normaldışı sapmalar karmaşık ve çok yönlüdür. Bu dönemde, yeniden üstü açılan ve önceki dönemlere ilişkin çatışmalara çözüm bulunamazsa, bu durum belirmekte olan yetişkin kişiliğin üzerinde ciddi nitelikte ve kalıcı izler bırakır. Bu dönemin doğal ve geçici bir olgusu olan kimlik bunalımının çözümlenememesi kişinin toplum içindeki yerine ilişkin bir şaşkınlığa, kendi kimliğini saptayamamanın umutsuzluğu bir grubun
kimliğini içleştirerek kendi kimlik boşluğundan kurtulmaya çalışma biçiminde sapmalara neden olabilir.

Ergenlik dönemini başarıyla atlatan gençlerde, doyurucu cinsel etkinlikler ve tutarlı bir kimlikle belirlenen olgun bir kişilik yerleşir. Böyle bir genç kendi güçlerini gerçekleştirebilir, anlamlı sevgi ilişkileri kurabilir ve kendisine doyum sağlayacak amaçlara ulaşabilmek için çalışır, yaratıcı ve üretken bir insan olur.

Saplanma; çocuğun psikososyal gelişim evrelerinin herhangi birinde , bedenin o döneme özgü bölgesinden aşırı zevk alması veya hiç zevk almaması ve cinsel enerjinin o bölgede kalması anlamına gelmektedir.

Psikoseksüel Gelişim Kuramının Eğitime Yansıması
      Hayatın ilk beş yılı çok önemlidir. Anne-baba ve eğitimciler bu dönemde çocuklara karşı yaklaşım içinde olmalıdır.
      Okul öncesi dönemde öğretmenler ve anne-babalar, bu önemde çocuğun cinsel merakını doğal kabul etmeli, çocukların cinsellikle ilgili sorularını ve yönelimlerini anlayışla karşılayarak sorularına cevap vermelidirler.
      Eğitimcilerin bir görevi de aileyi eğitmektir (Yeşilyaprak, 206:120-121).

3. PSİKANALİZ
Psikanaliz sözcüğü, “psykhe” ve “çözümleme” sözcüklerinin birleşmesinden oluşmuştur.  sikanaliz, Freud’un geliştirdiği, insanın uyumlu veya uyumsuz davranışlarının kaynağı sayılan, bilinç altı çatışma ve güdüleri araştırıp bilince çıkarak davranış sorunlarını çözme yöntemidir.  1882 yılında Freud’la başlayan psikanaliz; Carl Gustav Jung, Alfred Adler, Karen Horney, Harry S. Sullivan ve Erich Fromm tarafından uygulanmaya ve araştırılmaya devam etmiştir.

Bilinçdışına itilmiş olaylara ilişkin gerilimler, sorunların temel kaynağıdır. Tedavinin amacı anıları ve duyguları ortaya çıkarmak ve tekrar yaşanmalarını sağlamaktır. Freud; psikanalizin gelişimde özyaşamöykülerinin önemine değinir. XX.yy’ın ilk on yılı yalnızlık içinde bu konuda çalışmıştır (Freud:2003:58).

Her psikoterapi ikili bir anlaşmadır. Hasta terapiste başvurur. Tedavinin amacı; acılı duygularla yaşanmış böylece bilinç altına itilmiş olaylara ilişkin gerilimler insanın psikolojik sorunlarının ana kaynağı olarak gösteriliyordu. Rahatlamayı sağlamak için HİPNOZ kullanılıyordu. Bu durumda hastalar normal koşullarda baskı altına aldıkları durumları bilinç düzeyine çağırarak yeniden canlandırabiliyorlardı.

Hipnoz altında çağrışım tekniği belirtilerin ortadan kalkmasında yardımcı olmakla birlikte belirtilerin gerisindeki nedenler varlıklarını sürdürdükleri için ortadan kalkan belirtilerin yerini bir süre sonra yenileri alıyordu. Daha sonra da bu boşluğu gidermek için hipnoz altında telkin tekniği uygulanmıştır. Daha sonra Freud hipnoz tekniğini de reddetmiştir. Hastalarını salt telkinle konuşturmayı denemiştir. Bu amaçla hastaya gevşemesini ve gözlerini kapatmasını öneriyordu.

Daha sonra da zihnine ne gelirse konuşmasını istiyor, hasta konuşmadığında Freud büyük bir güvenle ona mutlaka bir şeylerin zihnine geleceğini telkin ediyordu. Bu yaklaşım başarısız kaldığında ellerini hastanın başına koyup hafifçe bastırıyor ve yine konuşmaya teşvik ediyordu. Gerçekten de bu teknik bazı hastalarda olumlu sonuçlar vermiş ve Freud basınç tekniğini sürekli savunma durumundaki egoyu şaşırtan bir oyun olarak yorumlamıştır. Basınç tekniğinin uygulanması psikanalizin daha sonraki uygulamalarına temel olacak önemli buluşlara yol açmıştır.
Freud hastanın bir düşünceden diğerine geçerek sonunda kendisini rahatsız eden asıl düşünceyi bulabileceğini gözlemlemiştir. Bu gözlem Freud'un serbest çağrışım ve yorumlama tekniklerini geliştirmesini sağlamıştır. Freud insan davranışlarını çeşitli açılardan incelemiştir. Bu incelemeler sonucunda insan davranışlarının hepsinde bir ikiliğin söz konusu olduğunu görmüştür. Şöyle ki iyiliğin­ kötülükle, dengenin-dengesizlikle beraber aynı kişide bulunduğunu gözlemiş ve bunu incelemiştir.

Freud psikanalizi 25-45 yaş arasındaki yetişkinlere uygulamıştır. Kişiliğin katılaşmamış, yerleşmemiş olmasına dikkat etmiştir.

Breuer ile hipnoz tekniğini kullanan Freud, yalnız çalışmaya başladığında hastalarını bir divana yatırarak, uyanık durumda, akıllarına ne gelirse özgürce konuşmaya teşvik etti ki bu yönteme sonradan “serbest çağrışım” adı verildi. Klasik psikanaliz daha ilk günlerden katılımcıları arasında bazı görüş ayrılıklarına neden olmuştu, Carl Gustav Jung, Alfred Adler gibi bazıları ayrılarak kendi ekollerini oluşturdular. Freud sonrasında klasik psikanaliz, ego psikolojisi, self psikolojisi, obje ilişkileri gibi kuramlarla desteklenip yenilenerek çağın beklentilerine uyarlandı. Günümüzde de yirminci yüzyılın düşünce hayatına en önemli etkiyi yapmış bir kuram kabul edilmekte.
                                                                 
3.1. PSİKANALİSTLERİN KARŞILAŞTIRILMASI
3.1.1. Freud ve Jung
      Freud’un ruh kavramında Libido cinsel içerikli bir enerjidir ve insan kişiliğinin oluşumunda ve yaşamın sürdürülmesinde etkin bir rol oynar.
      Freud’a göre yaşam, ölüm araya girinceye değin yinelenen iç güdüsel eylemlerden oluşur.
      Freud’un kişilik kuramında “ırk ve soyaçekim” unsurları etkin rol oynamaz.
      Freud’a göre kişiliğin bilinçli ve bilinçli olmayan iki yönü vardır. Bunlar bilinç ve bilinçaltıdır. Freud’a göre bilinçaltı genelde cinsellikle yüklü, hoş karşılanmayan, çocuksu, hatta vahşice olan ve unutmak istenilen herşeyin bulunduğu bir yerdir.
      Freud için “ego” kişiliğin temel birimlerinden biridir.
Jung;
      Jung’un ruh kavramı dinamik, sürekli hareket halinde olan ve aynı zamanda kendi kendini düzenleyen bir sistemdir.
      Jung’a göre insan kendini yenilemeye çalışan ve yaratıcı bir gelişim içinde bulunan bir varlıktır.
      Jung’un kuramında, kişilik gelişiminde ırk ve soyaçekim faktörlerine önem verilmiştir.
      Jung’a göre bireysel ve kolektif (ırksal) bilinçaltı olmak üzere ikiye ayrılır. Genelde Jung’un bilinçaltı kavramında yüceltilmiş ruhsal kavramlar, unutulan, ihmal edilen herşeyi ile bunlarında yanında çok sayıda deneyin ürünü olan ve bu deneylerin yarattığı bilgelik.
      Jung, ego üzerinde hemen hemen hiç durmamış, adeta egoyu önemsememiştir.

3.1.2. Freud ve Adler
      Nesneldir. Ampirik verilere dayanır.
      Fizyolojik alt yapılı bir kuramdır.
      Nedenselliğe önem verir.
      Kişilik, birbirine karşıt biçimde çalışan bölümlere ayrılmıştır.
      Bireyi kişilik yapısı içinde inceler.
      Psikoterapinin amacı ruhsal yapının çeşitli bölümleri arasında bir uyum sağlamaktır.
      Asal olarak insan “kötü” bir varlıktır.
      İnsan, içgüdüsel yaşamının ve uygarlığının tutsağıdır.
      Freud’un gelişim kuramı doğrudan çocukları gözleyerek değil, yetişkinlerin serbest çağrışımlarından edinilen veriler üzerinde kurulmuştur.
      Freud’un kuramında Oedipus Karması başroldedir.
      Diğer insanlar bizim düşmanımızdır.
      Erkek üreme organlarına imrendikleri için kadınlar eksik varlıklardır.
      Nevrozun kökeninde cinsel çatışmalar bulunur.
Adler;
      Özneldir. Subjektif verilere dayanır.
      Sosyal bir psikoloji geliştirmiştir.
      Erekbilime önem verir.
      Kişilik, herhangi bir biçimde parçalara ayrılmaz, bütündür.
      İnsanı, diğer bireylerle kurduğu ilişkiler çevresinde inceler.
      Terapinin amacı kişiliğe yeni boyutlar katarak kendini gerçekleştirmektir.
      İnsan “iyi” yada “kötü” değildir.
      Seçim yapabildiğinden dolayı insan, yaşadığı çevreye istediği biçimi verebilir.
      Çocuklar, yaşam ortamlarında doğrudan incelenmiştir.
      Adler’in öğretisinde aileye ve aile içi ilişkilere önem verilir.
      Diğer insanlar da bizim gibi yaratıklardır.
      Kültürel şartlar nedeniyle kadınlar kendilerinde bir eksiklik duyarlar.
      Nevroz yetersiz öğrenme sonucu oluşur.

3.2. FREUD’UN ÇALIŞMALARINA YAPILAN ELEŞTİRİLİER:
      Yaptığı müşahadeler kontrolü mümkün olmayan amprik vakalara dayanır,
      Tedavilerde not almıyor, Hastadan alınan bilgiyi sonradan yazması güvenilir değildir,
      Test kullanmamıştır,
      Freud, kendi teorisine uyan hastalar ile çalışmıştır,
      Bilgiler gözlemlerinin sonuçlarını yazmasına dayanır. Neden sonuç ilişkisine dayalı bir yorum yapmamıştır.

EK

Freud’un Hayatı

OEDIPUS FENOMENİ [2]

Thebai şehrinin kralı Laios'un çocugu olmuyormuş. Kral, Apollon’a danışmaya gittiğinde, Apollon’un yanıtı ile sarsılmış.” Bir oğlun olacak, ama bu çocuk ileride seni öldürecek, kraliçe (annesi) ile evlenecek ve herkes mutsuz olacak”.Bir sure sonra kraliçe hamile kalarak, bir erkek çocuk dünyaya getirmiş. Kral bu çocuğu öldürtmek için emir vermiş. Kraliçe ise cellada onu bizzat öldürmemesini, uzak ve tenha bir yere bırakılarak ölmesine razı etmiş. Bunun üzerine cellat da bebeği ayağından ağaca asmış. Yoldan geçen çobanlar çocuğu kurtarmışlar. Başka bir şehrin kralının emrinde olan bu  çobanlar bebeği başka bir şehrin sarayına getirmişler. Bu şehrin kraliçesinin de çocuğu olmadığından bu bebeği alıp, büyütmeye karar vermiş. Bebeğin ayağı, asılı kaldığı ipin etkisi ile incinip şiştiğinden Oedipus (ayağı şiş anlamına gelmekte) adını koymuş. Çocuk büyüyünce, etrafındakilerden kralın gerçek evladı olmadığını öğrenmiş. Bunun üzerine Oedipus Apollon’a giderek  haberin doğruluğunu ve gelecekte kendini bekleyen durumu öğrenmek istemiş. Apollon ona babasını öldüreceğini söylemiş. Bu duruma engel olmak için ülkesinden çok uzaklara kaçan Oedipus yolda giderken çıkan bir çatışma sonucu, bilmeden öz babası olan kral Laisos'u öldürmüş. Bu dönemde Oedipus yollardan gelip geçeni  bilmece sorarak, doğru yanıtı veremeyenleri öldüren bir mitolojik yaratıkla karşılaşmış. Ve aynı bilmece ona da sorulmuş “Sabahları dört ayağı, öğlen iki ayağı ve akşamları  üç ayağı ile yürüyen nedir?” Oedipus hemen yanıtlamış “sabahları yani hayatın ilk dönemlerinde el ve ayakları üzerinde emekleyen, hayatının öğle vaktinde, büyüyünce iki ayağı üzerinde yürüyen ve hayatının akşam vaktinde yaşlılığında ayaklarına ek olarak bastonu bir ayak gibi kullanan varlık insandır”. Bu yanıt karşısında yaratık başkalarına verdiği cezayı kendine vermiş ve ölmüş. Bu olay çok büyük bir sevinçle kutlanmış. Zekası ile yaratığı yenen Oedipus  doğduğu kente kral ilan edilmiş. Bu kentte gerçek annesi olduğunu bilmeyerek ana- oğul evlenmişler ve dört çocukları olmuş. Bu duruma çok öfkelenen tanrılar, bu kent üzerine felaketler yağdırmışlar. Müthiş bir kuraklık, kıtlık ve sefalet oluşmuş. Kendine danışılan bir büyücü, sebebi yeni kralın öz babasını öldürüp, annesiyle evlenmesine bağlamış. Gerçeği büyük bir keder içinde öğrenen Oedipus kendi gözlerini oymuş. Sefalet içindeki kızgın kent halkı  felaketin sorumlusu olarak onu  aşağılayıp, kentten kovmuş. Gözden düşen Oedipus’a kendi çocukları da yüz çevirmiş. Bir zamanların kralı olan Oedipus dilenci olarak hayatını sürdürürken, yanında sadece kızı Antigone kalmış. Oedipus ve Antigone’un sefalet içindeki bu birlikteliği ebeveyn-çocuk bağlılığı, sevgi ve birliğinin simgesi olmuş. Oedipus’un kendini terkeden çocukları ise felaketler içinde sefil bir şekilde ölmüşler.

FRUED- JUNG
1)Freud’un ruh kavramında Libido cinsel içerikli bir enerjidir ve insan kişiliğinin oluşumunda ve yaşamın sürdürülmesinde etkin bir rol oynar.
2)Freud’a göre yaşam, ölüm araya girinceye değin yinelenen iç güdüsel eylemlerden oluşur.
3)Freud’un kişilik kuramında “ırk ve soyaçekim” unsurları etkin rol oynamaz.
4)Freud’a göre kişiliğin bilinçli ve bilinçli olmayan iki yönü vardır. Bunlar bilinç ve bilinçaltıdır. Freud’a göre bilinçaltı genelde cinsellikle yüklü, hoş karşılanmayan, çocuksu, hatta vahşice olan ve unutmak istenilen her şeyin bulunduğu bir yerdir.
5)Freud için “ego” kişiliğin temel birimlerinden biridir.

FRUED-ADLER
1)Nesneldir. Ampirik verilere dayanır.
2)Fizyolojik alt yapılı bir kuramdır.
3)Nedenselliğe önem verir.
4)Kişilik, birbirine karşıt biçimde çalışan bölümlere ayrılmıştır.
5)Bireyi kişilik yapısı içinde inceler.
6)Psikoterapinin amacı ruhsal yapının çeşitli bölümleri arasında bir uyum sağlamaktır.
7)Asal olarak insan “kötü” bir varlıktır.
8)İnsan, içgüdüsel yaşamının ve uygarlığının tutsağıdır.
9)Freud’un gelişim kuramı doğrudan çocukları gözleyerek değil, yetişkinlerin serbest çağrışımlarından edinilen veriler üzerinde kurulmuştur.
10)Freud’un kuramında Oedipus Karması başroldedir.
11)Diğer insanlar bizim düşmanımızdır.
12)Erkek üreme organlarına imrendikleri için kadınlar eksik varlıklardır.
13)Nevrozun kökeninde cinsel çatışmalar bulunur.


[1] Oedipus Destanı Sophocles’in ünlü trajedisi

[2] Sophocles’in ünlü trajedisi




KAYNAKLAR

Akkvardar, Y. ve arkadaşları. (2000). Psikanalitik Kurama Giriş, Bağlam Yayınları 153, İstanbul.
Arı, R. (2005). Gelişim ve Öğrenme, Nobel Yayıncılık, Ankara.
Aydın, B. (2004). Çocuk ve Ergen Psikolojisi, Atlas Yayın Dağıtım, İstanbul.
Aydın, B. (edt.). (2005). Gelişim ve Öğrenme, Nobel Yayıncılık, Ankara.
Bacanlı, H. (2005). Gelişim ve Öğrenme, Nobel Yayıncılık, Ankara.
Ersevim, İ. (2005). Freud ve Psikanalizin Temel İlkeleri, Assos Yayınları, İstanbul.
Freud, S. (1993). Davranış Bozuklukları ve Tedavisi. Çev:Emine Sarıoğlu, Say Yayınları, 13. Baskı, İstanbul.
Freud, S. (1998). Narsizm Üzerie Schreber Vakası. Çev: Banu Büyükkal, Murat Tura, Metis Ötekini Dinlemek, İstanbul.
Freud, S. (2000). Psikanaliz Üzerine. Çev: Kamuran Şipal, Cem Yayınları, İstanbul.
Freud, S. (2001a). Psikanaliz ve Uygulama. Çev: Muammer Sencer, Say Yayınları, 6. Baskı, İstanbul.
Freud, S. (2001b). Haz İlkesinin Ötesinde Ben ve İd. Çev: Ali Babaoğlu, Metis Ötekini Dinlemek, İstanbul.
Freud, S. (2002a). Psikanaliz Üzerine. Çev: Avni Öneş, Say Yayınları, 13. Baskı, İstanbul.
Freud, S. (2002b). Cinsiyet Üzerine. Çev: Avni Öneş, Say Yayınları, 11. Baskı, İstanbul.
Freud, S. (2003). Yaşamım ve Psikanaliz. Çev: Kamuran Şipal, Say Yayınları, 8. Baskı, İstanbul.
Freud, S. (2003). Psikanaliz Üzerine. Çev: Kamuran Şipal, Say Yayınları, 8. Baskı, İstanbul.
Freud, S. (2006). Kitle Psikolojisi. Çev: Kamuran Şipal, Cem Yayınları, İstanbul.
Gençtan, E. (1993). Psikanaliz ve Sonrası, Remzi Kitapevi, İstanbul.
Green, D.C. (1998). “Classics in the History of Psychology/ The Origin and Development of Psychoanalysis Sigmund Freud (1910).” American Journal of Psychology, Vol. 21, 181-218.
Köknel, Ö. (1985). Kişilik, Altın Kitaplar Yayınevi, İstanbul.
Morris, C. (2002). Psikolojiyi Anlamak, Çev: M. Sayıl, B. Ayvaşık. Türk Psikologlar Derneği Yayınları No:23, Ankara.
Osberne, R. (2006). Yeni Başlayanlar İçin Freud, Nokta Kitap, İstanbul.
Parman, T. (yy). (2002). Psikanaliz Yazıları, Dürtü, Bağlam Yayınları 182, İstanbul.
Parman, T. (yy). (2003). Psikanaliz Yazıları, Çocuk Ve Psikanaliz, Bağlam Yayınları 215, İstanbul.
Roazen, P. (1992). Freud and His Followers, Da Capo Press, New York.
Sagan, E. (2001). Freud, Kadınlar ve Ahlak, Çev: Gökçe Metin, İlya Basım Yayım, İzmir.
Topses, G. (2003). Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Nobel Yayıncılık, Ankara.
Üge, B. (2003). Görüşme Teknikleri ve Psikoterapi Yöntemleri Yayınlanmamiş Ders Notu, Maltepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.
Yeşilyaprak, B. (edi). (2006). Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, PegemA Yayıncılık, Ankara.
Yörükoğlu, A. (1993). Gençlik Çağı, Özgür Yayın, Ankara.


ELEKTRONİK KAYNAKLAR:   “Sigmund Freud.” Internet Encyclopedia of Philosophy. (11.10.2006). http://www.utm.edu/research/iep/f/freud.htm.
 Elizabeth Wright, Psychoanalytic Criticism (London, New York: Methuen, 1984). 9. (11.10.2006).
“Freudianism.” http://www.geocities.com/Athens/Academy/4573/MA/Stpapers/riza.html
“Topography of Mind: Freud’s Iceberg Model.” (11.10.2006). http://www.wilderdom.com/personality/L8-3TopographyMindIceberg.html
“Structure of Mind: Freud`s Id, Ego & Superego.” (11.10.2006). http://www.wilderdom.com/personality/L8-4StructureMindIdEgoSuperego.html
“Topographic Model.” http://www.psybox.com/web_dictionary/topographicmod.html

“Topography of Mind: Freud’s Iceberg Model.” (11.10.2006).
http://psychology.about.com/library/hm/blhm_ist5.htm

Sigmund Freud.” Internet Encyclopedia of Philosophy. (11.10.2006).http://homepage.mac.com/cparada/GML/000Free/000Eros/source/18.htm
http://homepage.mac.com/cparada/GML/Thanatos.html
http://www.sfusd_k12.ca.us/schwww/sch618/GreeksMultimediaProject/Oedipus/Oedipus_Brief_Summary.html
“Fundamentals of Transference/Countertransference”.
(11.10.2006). http://www.toddlertime.com/terms/countertransference-transference.htm

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder