ÖZET: İnsan haklarına karşı duyulan hassasiyetin artmasına, tüm yasal ve idari düzenlemelere karşın “ayırımcılık” uygulamalarının önemli bir sorun olduğu görülmektedir. Bu çalışmada ayırımcılık sorunu cinsiyet açısından ele alınmıştır. Kalıp yargıların onsekiz aylık bebekliklerde oluştuğu gerçeğinden yola çıkıldığında erken çocukluk döneminde cinsiyet ayırımcılığı karşıtı bir eğitimin ileriye yönelik, kalıcı bir yatırım olduğu düşünülmektedir. Araştırma, İstanbul ilinde bulunan ve yöneticilerinin izin verdiği anaokulları, gündüz bakım evleri ve kız meslek liseleri uygulama okullarında devam eden toplam 466 çocuk ile yürütülmüştür. Çalışmada, araştırmacı tarafından geliştirilen “İnsan Olmak” adlı eğitim programı uygulanmıştır. İnsan Olmak Eğitim Programı; ilgili literatürün taranmasının ardından, “İnsan Olmak” adlı öykünün hazırlanması ve etkinliklerin planlanmasıyla oluşturulmuştur. Etkinlikler, beş hafta boyunca sürmüş ve yaratıcı oyunlar kullanılarak hazırlanmıştır. Her etkinlik; ısınma, oyun ve değerlendirme aşamasından oluşmaktadır. Araştırma sonunda, eğitim sırasında yapılan gözlemler ve görüşme formlarından elde edilen bilgiler değerlendirilmiştir.
İnsan haklarına karşı duyulan hassasiyetin artmasına, tüm yasal ve idari düzenlemelere karşın “ayırımcılık” uygulamalarının önemli bir sorun olduğu görülmektedir. Bu çalışmada ayırımcılık sorunu cinsiyet açısından ele alınmıştır.
Ayırımcılık, bireysel yapıda varolan ayrımlardan -biyolojik, sosyolojik v.b. nitelikli ayrımlardan- her birinin varolanlarca en üst düzeyde taşındığı temel savından hareket eder. Öyleyse her türlü ayırımcılık, aslında, ne ölçüde sahip olunduğu hiçbir zaman tam olarak bilinemeyen herhangi bir ayrıma değer yüklemekle ve/veya değer biçmekle ortaya çıkmaktadır (Çotuksöken, 2005). Ayırmak, iki kişi veya durum arasında konu ile ilgili bir bağlantı olmadığında farklı davranmak, ayırt etmek veya farklı olan durumlara benzer tepkiyi vermektir (Avrupa Birliği Komisyonu, 2006, ünite 6,4).
Ayırımcı olmama kuralı Avrupa Birliği kanunlarının prensibidir. Avrupa Birliği 21. (1) makalesi şunu belirtir; cinsiyet, ırk, renk, etnik ya da sosyal köken, genetik özellikler, dil, din ya da inanç, politik ya da bazı diğer fikirler, ulusal bir azınlığa üyelik, mülk, doğum, engellilik, yaş ya da cinsel uyum gibi temellere dayalı bazı ayırımlar yasaklanacaktır. Yine Avrupa Birliği Anlaşması’nın 13. maddesine göre; iş hayatı dışında kalan tüm alanlarda, özellikle mal ve hizmetlere ulaşım konusunda cinsiyete dayalı ayırımcılığın kaldırılması hedeflenmektedir (Konsey Talimatı 2000/78/EC) (http://europa.eu.int/comm/employment_social/gender_equality/legislation/goods_en.htm).
Morris’ e göre (2002: 621-625) ön yargılarımız, tutumlardır davranışa dönmüş hali ise ayırımcılıktır. Kağıtçıbaşı (1998: 125) ayırımcılığı; bir grubun üye veya üyelerine, sadece o gruba karşı sahip olduğumuz olumsuz tutum (kalıp yargılarımız) nedeniyle, gözlenebilen olumsuz davranışlarda bulunmak olarak tanımlamaktadır.
Cinsiyet rolü biçimlenmesi çocukların, kız ya da erkek olarak kültüre özgü değerleri, güdüleri ve davranışları edinmeleridir. Beklenen cinsiyet rolü daha doğmadan bebeğe yüklenir. Doğum öncesi cinsiyetin belli olmasıyla anne babalar kız bebekleri için pembeli, erkek bebekleri için mavili eşyalar seçerler. Hatta çocuklar için seçilen isimlerde cinsiyet rollerine dair birer gösterge olarak kabul edilebilir. Kızlar için; Gül, Ece, Kibar gibi isimler seçilirken erkek bebeklere ise Mert, Kaya, Aslan benzeri isimler verilmektedir. Davranışlarda da cinsiyet rollerinin etkisi oldukça önemlidir. Geleneksel cinsiyet rolleri kalıplarına göre, bir erkek; bağımsız, saldırgan, rekabetçi ve çevresinin hakimi olurken; bir kadından, pasif, başkalarına bağımlı, sıcak kanlı ve sakin olması beklenmektedir (Öngen, 2006). Biyolojik özellikler temel alındığında, insanda erkek ya da dişi olarak belirlenen cinsiyet rolleri bulunmaktadır. Cinsellik ise, bu biyolojik yapı üzerine eklenen sosyolojik, psikolojik, felsefi, toplumsal ve kültürel boyutları da içeren daha geniş bir tanımlamadır. Bu; doğum öncesinden ölüme kadar duyguları, düşünceleri, inançları, davranışları ve yaşantıları içeren gelişimsel bir süreçtir ve belirli bir yaşam döneminde yaşanan cinsel duygular, inançlar ve davranışlar o yaşa uygun cinsel gelişimi belirler (www.tr.net/saglik/cocuk_sagligi_cinsel_gelisim.shtml.14k).
Cinsiyet ayırımcılığı, bir kişinin cinsiyetinden dolayı haksız bir işleme maruz kalması anlamına gelir. 1976’da tekrar düzenlenmiş olan, 1975 Cinsel Ayırımcılık Yasası (The Sex Discrimination Act 1975), iş hayatında, eğitimde, konut dağıtımında, mal ve servis sağlanmasında ve bunların reklamının yapılmasında, kadın ve erkeklere karşı ayırımcılık yapılmasının kanunlara aykırı olduğunu belirtir. Doğrudan ayırımcılık, bireyin cinsiyetinden dolayı bir bireyin haksız muamele görmesidir. Bu ülkemizde son derece yaygın bir durumdur ve haksızlığın önlenmesi için erken çocukluk döneminden itibaren yapılacak çalışmaların bu sorunlara çözüm getirebileceği düşünülmektedir.
Kalıp yargıların onsekiz aylık bebekliklerde oluştuğu gerçeğinden yola çıkıldığında erken çocukluk döneminde cinsiyet ayırımcılığı karşıtı bir eğitimin ileriye yapılacak kalıcı bir yatırım olduğu ve farklılıklar yerine ortak noktaların vurgulanması ile verilen bu eğitime ülkemiz çocuklarının çok ihtiyacı olduğu düşünülmektedir.
Araştırma, İstanbul ilindeki okul öncesi eğitim kurumları ve bu ildeki yöneticilerinin izin verdiği anaokulları, gündüz bakım evleri ve kız meslek liseleri uygulama okulları ile sınırlıdır. Araştırmada kullanılan “İnsan Olmak” adlı öykünün 6 yaş grubu çocuklarının gelişim düzeylerine uygun olduğu ve araştırmada verilen beş haftalık eğitimin çocuklarda farkındalık yaratmak için yeterli olduğu düşünülmektedir.
Araştırmada örnekleminin % 11,4’ünü kız meslek lisesi (KML) uygulama okulu öğrencileri, %48,6’sını da kreş ve gündüz bakımevine devam eden 6 yaş çocukları oluşturmaktadır (Tablo 1).
Tablo 1
Uygulamanın Yapıldığı Okulların Dağılımı
Frekans | Yüzde | ||
Kız Meslek Lisesi (KML) Uygulama Anaokulu | 4 | 11,4 | |
MEB Anasınıfı | 9 | 25,7 | |
Kreş, Gündüz Bakımevi | 17 | 48,6 | |
Özel İlköğretim Okulu Anasınıfı | 5 | 14,3 | |
Toplam | 35 | 100,0 |
Araştırmada 466 altı yaş çocuğu ile çalışılmıştır. Bu çocukların, % 69,1’i erkek, % 30,9’u kızdır (Tablo 2).
Tablo 2
Uygulamaya Katılan Öğrencilerin Cinsiyet Dağılımı
Frekans | Yüzde | |||
Erkek | 322 | 69,1 | ||
Kızlar | 144 | 30,9 | ||
Toplam | 466 | 100,0 | ||
Çalışmada, araştırmacı tarafından geliştirilen gözlem formları ve yine araştırmacı tarafından hazırlanan “İnsan Olmak Eğitim Programı” kullanılmıştır.
İnsan Olmak Eğitim Programı; ilgili literatürün taranmasının ardından, çalışmada kullanılacak öykünün yazılması ile hazırlanmaya başlamıştır. Öykü yazıldıktan sonra farklı sosyo-ekonomik düzeydeki üç okul öncesi eğitim kurumuna devam eden 112 çocuğa okunmuştur. Öykü, çocuklardan ve öğretmenlerinden alınan dönütler ile yeniden düzenlenmiştir. “İnsan Olmak” adlı öykünün hazırlıkları tamamlandıktan sonra, öykü bölümlere ayrılmış ve etkinlikler planlanmıştır. Etkinlikler, yaratıcı oyunlar kullanılarak hazırlanmıştır. Her etkinlik; ısınma, oyun ve değerlendirme aşamasından oluşmaktadır. Etkinlikler beş hafta boyunca yürütülmüştür. Uygulamalar sırasında sınıf öğretmenlerinden ve Maltepe Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Çocuk Gelişimi birinci sınıf öğrencilerinden destek alınmıştır. Gözlem notları ise Maltepe Üniversitesi Meslek Yüksek Okulu Çocuk Gelişimi birinci sınıf öğrencileri ve araştırmacı tarafından düzenli olarak tutulmuştur.
Araştırmaya başlarken eğitime alınan öğrencilerin, sınıf öğretmenlerine uygulanan görüşme formundan edinilen bulgular şu şekildedir;
Okul öncesi öğretmenlerinin %62,9’u öğrencilerinin bu tür bir eğitim almadıklarını, %8,6’sı öğrencilerinin cinsiyet ayırımcılığı karşıtı bir eğitim aldıklarını belirtmişlerdir. Öğretmenlerin %28,6’sı cinsiyet ayırımcılığı konusunda bir eğitim planlamadıklarını, ancak öğrencilerden gelen sorular doğrultusunda fırsat eğitimi yaptıklarını paylaşmışlardır (Tablo 3).
Tablo 3
Öğrencilerin Daha Önce Böyle Bir Eğitime Katılma Durumları
Frekans | Yüzde | ||
Bu tür bir çalışma yapılmadı | 22 | 62,9 | |
Bu tür bir çalışma yapıldı | 3 | 8,6 | |
Planmadan öğrencilerin soruları doğrultusunda yapılan eğitim | 10 | 28,6 | |
Toplam | 35 | 100,0 |
Okul öncesi öğretmenlerinin %3,1’i ailelerin bu konuda verilecek bir eğitimden rahatsız olabilecekleri, %37,5’i de çocukların böyle bir durum yaşamıyorlar oldukları düşüncesiyle cinsiyet ayırımcılığı konusunda bir eğitim vermeye gerek görmediklerini belirtmişlerdir (Tablo 4).
Tablo 4
Öğrencilere Bu Eğitimin Verilememe Sebeplerine Ait Nedenler
Frekans | Yüzde | ||
Akılları karışır | 9 | 28,1 | |
İşlem öncesi çocuklar bunu anlayamaz | 5 | 15,6 | |
Böyle bir durum yaşamıyorlar | 12 | 37,5 | |
Aileler rahatsız olur | 1 | 3,1 | |
Ne yapacağımı bilemiyorum | 5 | 15,6 | |
Toplam | 32 | 100,0 |
Okulöncesi öğretmenlerinin %45,7’si öğrencileri ile çalışmak üzere bu tür bir eğitim almak istemediklerini belirtirken, %25,7’si belki bu tür bir eğitime katılabileceklerini ifade etmişler, ancak belki diyerek hangi koşulları belirttiklerini paylaşmak istememişlerdir (Tablo 5).
Tablo 5
Okul Öncesi Öğretmenlerinin Bu Konuda Eğitim Alma İstekleri
Frekans | Yüzde | ||
Evet | 10 | 28,6 | |
Hayır | 16 | 45,7 | |
Belki | 9 | 25,7 | |
Toplam | 35 | 100,0 |
Okulöncesi öğretmenlerinin %51,4’ü sınıflarında ayırımcılık konusunda bir eğitim verilmesini istemediğini belirtirken, %14,3’ü kararsız olduğunu, ancak eğitim içeriğine ikna oldukları ve kendilerinin aktif rol almayacağı durumlarda bu eğitime sıcak bakabileceklerini belirtmişlerdir (Tablo 6).
Tablo 6
Okul Öncesi Öğretmenlerin Ayırımcılık Eğitimi Üzerine Düşünceleri
Frekans | Yüzde | ||
Sınıfımda eğitimin uygulanmasını isterim | 12 | 34,3 | |
Sınıfımda eğitimin uygulanmasını istemem | 18 | 51,4 | |
Kararsızım | 5 | 14,3 | |
Toplam | 35 | 100,0 |
Yapılan çalışmada çocukların ilk defa deneyimledikleri konularda cinsiyet ayırımına gitmedikleri, aileleri tarafından bilgilendirildikleri konularda ise ciddi ayırımcı tutumlar sergiledikleri üzerinde düşünülmeye değer bir konudur.
Öğrencilerin yapılan etkinlikler sırasında cinsiyet ayırımcılığı konusunda tipik özellikler sergiledikleri gözlenmişlerdir. Örneğin; kız öğrenciler, kamyonla oynamayı ret etmişler, buna gerekçe olarak annelerinin kamyonu erkek kardeşleri (ağabey ve/veya küçük erkek kardeş) için alındığını göstermişlerdir. Aynı şekilde erkek öğrenciler de oyuncak ve renk tercihleri konusunda ayırımcı ifadeler kullanmışlardır.
Gözlem notları sonucunda çocukların, kukla köşelerindeki seçimlerinde dahi renk konusunda önyargılı olup, ayırımcı davranışlar sergiledikleri ortaya çıkmıştır. Çocukların, cinsiyetleri belli olmayan başlık kuklalara renklerine göre cinsiyet atıflarında bulundukları saptanmıştır. Pembe renkli kedi başlığı çocuklar tarafından kız kedi, siyah renkli kedi başlığı ise erkek kedi olarak belirtilmiştir. Özellikle erkek çocuklar kız kedi başlığı takmayı ret etmişler, kız öğrenciler ise erkek kedi olmaya fazla tepki vermemişlerdir. Bu düşünce yapısında Freud’un psikoanalitik kuramının izleri olduğu düşünülmektedir.
Öğretmenler, sınıflarında özellikle evcilik oyunlarında ve giysilerin renkleri konusunda sıkça sıkıntı yaşadıklarını paylaşmışlarıdır. Verilen eğitimin ardından çocukların yine bu tip tartışmalar yaşadıkları, ama birbirlerini “kız rengi yoktur” ve/veya “erkek rengi yoktur” seklinde uyardıkları gözlenmiştir.
Çalışma sırasında alınan gözlem notlarında dikkat çeken bir söylem de özellikle erkeklerin ben bebek miyim, kız mıyım? Tarzında kendilerini güçlü gösterme isteklerinin olduğudur.
Bazı gündüz bakımevlerinin çalışmayı okul öncesi çocukların bu tür eğitimlere ihtiyacı olmadığı gerekçesi ile ret etmeleri üzüntü ile karşılanmıştır. Bu kurumların yetkilileri bu tür çalışmaların çocukların zihinlerini boşuna meşgul etmekten ve karışıklık yaratmaktan öteye gidemeyeceğini belirtmişlerdir.
Çalışmaya bahar yarıyılının son aylarında başlanması, okul öncesi kurumların yılsonu gösterilerinin hızlandığı bir döneme denk gelmesi nedeniyle öğrencilerin performansını düşürmüştür. Oyunlara severek katılan öğrencilerin yorgun oldukları gözlenmiştir.
Eğitim sırasında okunan öykünün çocuklar tarafından beğenildiği hatta eğitim sonrasında da oyunlarına taşındığı sınıf öğretmenleri tarafından belirtilmiştir.
Birinci hafta yapılan “Hangisini kim kullansın?” başlıklı etkinlik çocukların bariz olarak cinsiyet ayırımcılığı konusunda ailelerinden etkilendiklerinin birer göstergesi olarak düşünülmektedir. Çocukların bazı söylemlerinin[1] büyüklerle aynı olduğu saptanmıştır. Bu durumun annelerin muhtemelen çıkacak kardeş kavgasını önlemek için yaptıkları uzlaştırmaya –ya da sorun çözmeye- yönelik tutumlarının sonucu olduğu düşünülmektedir. Yapılan görüşmelerde okul öncesi öğretmenleri, özellikle ikiz eşi olan öğrencilerinin annelerinin çıkacak kavgaları önlemek için bu ayırımcılığa zemin hazırladıklarını gözlemlediklerini paylaşmışlardır. Çocuklar model aldıkları bu tutumlarını hayatlarına geçirmektedirler. Birçok ailede bu tür çözüm yöntemleri kullanılmaktadır. Bu sayede aile içi bir sorun çözülse de daha büyük problemlere temel atılmaktadır. Üniversite bünyesinde ya da yerel yönetimlerle birlikte açılacak anne-baba okullarının daha sık yapılması ile ebeveynlerin bilinçlenmesi sağlanmalıdır.
Uygulama sırasında iletişim becerilerine yönelik çalışmalar da yürütülmüştür. Bu çalışmalarda çocukların birçoğunun göz teması kurmaktan çekindikleri saptanmıştır. Okul öncesi öğretmenlerinin bu konuda daha dikkatli olmalarının önemi açığa çıkmıştır.
Öykünün yardımseverlik temasını konu aldığı bölümünde Burns ve Zweing tarafından 1980 yılında geliştirilen Draw-A-Face Testi’nden esinlenerek bir etkinlik planlanmıştır. Etkinliğe katılan öğrencilerin %76,3’ü kadınları daha yardımsever olarak görmüşlerdir. Bu sonuç, okul öncesi çocukların toplumda bayanlara yapılan atıflardan etkilendiklerinin bir göstergesi olarak düşünülmektedir. Alabama Üniversitesi’nde Draw-A-Face Testi’nin kullanıldığı çalışmaya katılan yaşları sekiz-oniki arasında değişen 74 çocukta kadınlar yönüne anlamlı bir farklılık gözlenmezken ülkemizde erken çocukluk dönemindeki çocukların bu denli önyargılar geliştirmeleri düşündürücüdür (Nagy vd.,2002:573-583).
Çocuklar, öyküde de geçtiği üzere odalarının ve eşyalarının renkleri konusunda doğmadan önce ailelerinin onlar için renk tercihinde bulunduklarını ve bu renkleri cinsiyetlerine göre belirlediklerini vurgulamışlardır. Eğitime başlanmadan önce çocuklara aileleri tarafından seçilen renk de dahil birkaç renk sunulduğunda çocuklar aileleri tarafından seçilen rengi kendi cinsiyetlerinin rengi olarak isimlendirmişlerdir. Ailelerin doğmamış çocuklarına yaptıkları seçimler konusunda bilgilendirilmeye ihtiyacı olduğu bunun içinde yerel yönetimlerin özellikle üniversitelerle işbirliği içinde aileleri bilinçlendirmesinin önemli olduğu düşünülmektedir.
Ailelerin çalışmaya katılmamaları hatta haberdar edilmemeleri araştırmadaki en büyük eksiklik olarak görülmektedir. Bu eksikliğin, müfredatta yer verilmesine rağmen veli işbirliği konusunda eğitim kurumlarımızda hala büyük eksikler olmasından kaynaklandığı düşünülmektedir.
Çalışmada kontrol grubunun olmayışı da araştırmanın eksik bir yönü olarak düşünülebilir. Ancak araştırma kapsamında verilen cinsiyet ayrımcılığı krşıtlığına ilişkin eğitim programının etkili olup olmadığından çok eğitim sürecinde öğretmen ve öğrenci yaşantlarının değerlendirilmesini hedeflemektedir. Bir başka araştırma ile bu eğitim programının etkililiği test edilebilir.
Öğretmenlerin bu tür çalışmalara istekli görünmeleri araştırma sırasında motive edici olmuştur. Ancak araştırma sonunda öğretmenlerden alınan bilgilerin analizinde bu tarz çalışmalara sıcak bakmadıklarının saptanması şaşkınlık yaratmıştır. Çalışma sırasında bazı öğretmenler etkinliklerle ilgili önerilerde bulunmuşlar, uygulama anında birçok değişiklik yaparak çalışmayı daha da etkili hale getirmişlerdir. Bazı öğretmenlerin ise bu çalışma sırasını kendilerine dinlenme saati olarak görmeleri araştırmacı tarafında üzüntüyle karşılanmıştır.
Toplumsal cinsiyet, toplum tarafından doğuştan getirdikleri biyolojik özelliklere bağlantılandırılarak kişilere yüklenen roller, davranışlar ve beklentiler bileşkesidir (Gürkaynak, 2003). Yapılan araştırma sonucunda ülkemizde kadının aile içindeki en önemli görevinin ev işlerini yapmak, daha sonra ise çocukları yetiştirmek; erkeğin en önemli görevinin ise ailenin geçimini sağlamak, daha sonra da ailenin güven ve korunma ihtiyacını temin etmek olduğu görülmektedir. Okul öncesi dönemdeki çocuklar üzerinde yapılmış araştırmalarda bile genellikle eşlerin rol ve statülerinde geleneksel tutumların devam ettiği, yani geleneksel aile içi iş bölümünü öngören yaklaşımın sürdüğü belirlenmiştir (Atalay vd. 1993; Haktanır and Darıca, 1998). Ebeveyn ya da eğitimci olarak, çocukları kız erkek diye ayırmayarak hepsine; adil, eşitlikçi davranmak, saygı göstermek (isteklerine, ilgilerine, görüşlerine, yaşlarına uygun kararlara katılma, beceri geliştirme ve bağımsızlık kazanma gibi kendilik değerlerine), sosyal, fiziksel, zihinsel, duygusal açılardan olabildiğince geniş gelişim olanakları yaratmak, barışçıl, herkesin birbirine değer verdiği, sorunların şiddet içermeyen yollarla çözüldüğü, sorumlulukların paylaşıldığı bir ortam yaratmak için özen gösterilmelidir. Yine farklı cinsiyetteki çocuklarımızdan farklı istemlerde bulunmamalı, onlardan (farklı cinsiyetleri nedeniyle) farklı beklentiler içinde olunmamalıdır (örneğin, sofrayı kurup kaldırmaya kız çocuk, elektrik onarım işine erkek çocuk yardım etmeli vb). Her türlü genelleyici, sınıflandırıcı, tek tipleştirici söylemlerden uzak durmaya dikkat edilmelidir. Televizyonda çeşitli programlarda pekiştirilen geleneksel toplumsal cinsiyet kalıpyargıları konusunda, televizyonda gösterilenlerle ilgili olarak çocuklarla konuşulup, tartışılmalıdır (Gürkaynak, 2003:73-78).
KAYNAKLAR:
Çotuksöken, B. (2006). Kocaeli Üniversitesi “Ayırımcılığın Ontolojisi” Uluslararası Felsefe Günleri Bildiri Metni, Yayın No:212, 92-97.
Gürkaynak, İ. (2003). “Anababa-Çocuk İlişkisinde Toplumsal Cinsiyet”, UNICEF,
Aile ve Çocuk Eğitimi: 0-6 Yaş Arasında Çocukları Bulunan Ailelere Temel Bilgiler. Ankara, Ajanstürk: 73-78.
Aile ve Çocuk Eğitimi: 0-6 Yaş Arasında Çocukları Bulunan Ailelere Temel Bilgiler. Ankara, Ajanstürk: 73-78.
Kağıtçıbaşı, Ç. (1998) Yeni İnsan ve İnsanlar, İstanbul: Evrim Yayınları.
Morris, C.G. (2002) Psikolojiyi Anlamak, Ankara: TPD Yayınları No:23
Nagy, C., Seagle, H. ve Jesse, P. (2002). Sağlıklı ve Kronik Hastalığı Olan Çocukların Özgeci Davranışları Seçimleri, Alabama Üniversitesi Early Child Development and Care, 2002, Vol.17, 573-583.
[1] Bu söylemler başka bir çalışmada yapılan söylem analizi ile yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder