10 Aralık 2015 Perşembe

Çocukta Zaman Kavramının Gelişimi

Parents Dergisi Aralık 2015 Sayısındaki Yazımın Konusu: Çocukta Zaman Kavramının Gelişimi ⏰


ÇOCUKTA ZAMAN KAVRAMININ GELİŞİMİ VE DESTEKLEYEN ETKİNLİK ÖRNEKLERİ

 Gülçin KARADENİZ
 Gelişim Psikolojisi Doktoru 

Yapılan araştırmalar çocukta zaman algısının soyut bir kavram olmasından dolayı kendiliğinden kazanılmadığını iyi düzenlenmiş bir öğretimle kazandırılabileceğini ortaya konmuştur. Biz de siz ebeveynlere bu kavramın gelişimi ve nasıl destekleyebileceğiniz konusunda bilgi vermek istiyoruz. Devam PARENTS Aralık sayısında!


 

Zaman kavramını öğretirken;

·  Zaman kavramının soyut bir kavram olduğunu ve çocuklar için zorlayıcı olduğunu unutmayın.
·  Evinizin içinde yemek saati, yatma saati vb rutinler oluşturmaya çalışın. Örneğin: yatış saatini 21.15 olarak belirleyip, saat kollarını açtığında (akrep ve yelkovan) yatacaksın diyebilirsiniz.
·   Süre tutularak yapılan aktiviteler, zaman kavramını öğrenmede yardımcı olabilir.
·  Özel günleri (Doğum günleri, bayramlar,..) çocuğunuzla birlikte takvime işaretleyin ve birlikte o günlere ne kadar zaman kaldığını hesaplamayın.
· Çocuğunuzun istediği bir oyuncağı yada yapmak istediği bir etkinliği çok uzun olmamak koşuluyla biraz geciktirin. Bekleyeceği süreyi takvimde işaretleyerek her gün kalan gün sayısını çocuğunuzla beraber hesaplayın.
 
Sevgiler,
 
Gülçin KARADENİZ
 

10 Ağustos 2015 Pazartesi

Yumuşacık bir oyun hamuru

1 kahve fincanı buğday nişastası ile yarım kahve fincanı saç kremini yoğurun❤️


İşte sonuc: İnanılmaz yumuşak bir hamur!


Elimden bırakmak istemedim:))) 

İyi oyunlar👋🏻

Gülçin Karadeniz 

29 Mayıs 2015 Cuma

Çocuk ve Müze/ Türkan Saylan Kültür Merkezi Dinazor Müzesi


“…Geçmiş asla ziyaret edemediğimiz yabancı bir ülkedir. Oradan kartpostallar, mektuplar alabilir, binalarında dolaşabilir, sanatına bakabiliriz, ancak geçmişi asla gerçekten yaşayamaz ya da bütünüyle yeniden yaratamayız. Bu gerçeği bildiğimiz halde geçmişi, kendimizi ve zamanımızı daha iyi anlamamızı sağlayacak anahtarı elinde tutan, çekici egzotik bir yabancı toprak olarak görmekten de kendimizi alıkoyamayız. Bir müzesi olan her ülke, ki çoğu ülkenin vardır, geçmişe bakarak kurumsallaşmış bir nostalji yaşar. Biz bunu gündelik yaşantımızda daha az resmi olan bir biçimde, çocukluğu hatırlarken geçmişteki şeylerin ne kadar farklı olduğunu düşünürken yaparız yok olan şeyleri hatırlamaktan hoşlanırız” (Earl, 1995).
 
Çağdaş anlamıyla müzeler; “toplumun ve gelişiminin hizmetinde olan, halka açık, insana ve yaşadığı çevresine tanıklık etmiş malzemelerin üzerinde araştırmalar yapan, toplayan, koruyan, bilgiyi paylaşan ve sonunda inceleme, eğitim ve zevk alma doğrultusunda sergileyen, kâr düşüncesinden bağımsız, sürekliliği olan bir kurum” olarak tanımlanmaktadır (Madran, 1999). Müzelerin ilk oluştuğu yıllarda başlıca amaçları; geçmişi toplama, koruma, belgeleme ve sergilemeyken, sonraları bu amaçlar, toplumun öğrenim ve eğitiminin gelişmesi, estetik olgusunun yerleşmesi, yaşanan anın, geçmişin ve giderek geleceğin açıklanması, yorumlanması, toplumsal değişmelerin yönlendirilmesi ve halkın eğlenirken gelişmesi ve zamanının değerlendirilmesine dönüşmüştür. Böylece müzeler toplumu eğiten, eğitim kurumları niteliği kazanmışlardır. Atagök’ün (1982, 1999) tanımında ise müzeler; yaratıcılık, mantık, gözlem, hayal gücü ve beğeni duygusunun oluşmasına ve gelişmesine katkıda bulunabilecek yaygın eğitim kurumları olarak ifade edilmiştir.

Günümüzde müzelerin sadece arkeolojik buluntuların ve sanat eserlerinin yabancılar, yerel halk ve okula giden çocuklar tarafından gezildiği sergilemeler olmaktan çıktığını, müzelerin eğitim görevini giderek artan bir yoğunlukta üstlenen kurumlar olduğu bir gerçektir. Artık doğrudan kültürel mirası tanıtmanın yanı sıra pek çok çalışma da yapılmaktadır. Aslında eğitim ve öğretimde müzelerin rolü yeni değildir. Bu rol, Ruskin'in (1857) İngiltere Parlamentosu’na müzelerin çalışan sınıfların eğitiminde kullanılmasını önermesiyle başlamıştır. Müze eğitimi, öğrenmeye motive eder. Örneğin bir sanat müzesinde öğrenme, orijinal eserlerle bağlantı kurmada uyarcı ve heyecanlı bir yoldur. Bunların dışında orijinal eserlerle iletişim kurmak sadece ziyaretçilerin yeni bir bilgi edinmelerine değil, aynı zamanda kendilerini çevreleyen dünyaya karşı görsel farkındalıklarını geliştirir (Sternberg, 1989).

Müze pedagojisi genel olarak dört temel ihtiyaç alanından ortaya çıkmıştır:

o      Kendi kültürünü ve farklı kültürleri çok yönlü ve hoşgörülü bir yaklaşımla tanıma, benzerlik ve farklılıkları anlama ve kültürlerarası anlayış ve empati geliştirme,

o      Eğitimin kalitesini artırma,

o      Çevreyi ve kültürel varlıkları koruma bilincini etkili bir biçimde geliştirme,

o      Müzelerin arkeoloji, sanat tarihi vb. alanlarda yetişmiş elemanlarını kaliteli hizmet verecek biçimde işlevsel olarak kullanma ve istihdam olanakları yaratma (Kızılyaprak, 2000).

Yine müzeler öğrencilerin kaynaşması ve sosyalleşmesi için de ideal mekanlardan biridir. Öğrenciler, müzelerde değişik etkinlikler ile biraraya gelerek, birbirlerini ve kültürlerini daha yakından tanıma ve kaynaşma fırsatı bulurlar. Böylelikle müzeler öğretim programına destek olmanın yanında, toplumsallaşma ve kültürleme sağlayarak eğitimin genel amaçlarına da hizmet eden müzeler diğer yandan da öğretmenlerin öğrencileri daha yakından tanıması için de bir laboratuvar niteliğindedir. Müzede mekanla birlikte sınıftaki ilişkilerin hiyerarşisi de yer değiştirir. Yeni bir ortamda, yeni insanlarla ve kültürlerle tanışmak, çocuğun bakış açısını genişletir. Okulda öğrenmeyi zor bulan bazı öğrenciler, müze ortamında ilgili olabilirler. Müze pedagojisinin amaçlarını şöyle sıralayabiliriz:

o      İnsanın değişen dünyaya uyum sağlamasında yardımcı olmak,

o      İnsanların yaşadıkları ortama yabancılaşmalarını önlemek,

o      Geçmişle şimdiki yaşam arasında bağ kurmak,

o      Günümüzün sorunlarına ve çatışmalarına yönelik anlayış kazandırmak,

o      Sergilenen nesnelerle insanlar arasında köprü kurarak nesnelerin onların yaşantıları ile bütünleştirilmesini sağlamak,

o      Nesnelerin maddi veya ideal değerleri ile algılanması yerine insan yaşamının somut ve otantik bir belgesi olarak algılanmasını sağlamak,

o      İnsanların bugünkü yaşantıları ile nesnelerin bağlantısını kurarak siyasi, kültürel, sosyal; ekonomik ve ekolojik ilişkileri anlamalarını sağlamak ve onların araştırmacı yönlerini geliştirmek,

o      Bireylerin zamanını yaratıcı bir biçimde değerlendirmek,

o      Müzeyi bir yaşam biçimi haline getirmek, iletişim ve öğrenmeyi yoğunlaştırmak amacıyla tüm olanakları sağlamak (Museum für Völkerkunde Hamburg, 1995).

19. yüzyılın ortalarından itibaren bazı müzelerin “eğitim müzeleri” olarak kurulduğu bilinmektedir. Çocuk müzeleri ile çocukluk ve eğitim müzeleri farklılık taşımaktadır. Çocuk müzeleri, çocukların ilgileri ve öğrenme biçimleri ile yakından ilişkili olmayı amaçlarken, eğitim müzesi ve çocukluk müzesi eğitim ya da çocukluk tarihîni belgelemekle ilgilidir. İlk çocuk müzelerinin kurulduğu Amerika’da bu müzeler uzun bir tarihe sahiptir (Hooper ve Greenhill, 1998). Çocuk müzeleri, sadece çocuklar için tasarlanmış, çocukların eğitimini ve gelişim alanlarını bütünsel olarak desteklemeye özen gösteren, belli bir koleksiyona sahip olma zorunluluğu olmayan müzelerdir. Çocuk müzelerinin ortak amacı, yaratıcı oyun ve dokunarak öğrenme etkinlikleri yoluyla eğitimdir (Abacı, 2005). Çocuk, özellikle de erken yaşlarda, doğası gereği öğrenme ve keşfetme için inanılmaz ve bitmez tükenmez bir istek duyar. Onun için karşısına çıkan her şey öğrenme ve gelişme için bir fırsattır. Böylece çocuk müzelerinin amacı; Çocuğun okuldan ve sadece kitaplardan öğrenmeyeceği fikrinden hareketle, tarihi gözlerinin önüne canlı bir şekilde sermek ve tarihi anlama sürecini kolaylaştırmak, çocuğun ailesiyle birlikte kaliteli ve eğlenceli zaman geçirmesini sağlamaktır. Çocukluk müzeleri ise; oyuncak, oyun, çocuk giysi ve eşyaları, çocuklar için hazırlanmış kitap vb. yayınlar gibi koleksiyonları içeren ve amacı çocukluk tarihini belgelemek olan müzelerdir. Böylece bu mekanlar; hem toplumların en az üzerine eğildikleri konu olan “çocukluk tarihi”ni araştırmak, hem de çocukluk çağının -geçmişten günümüze- kültürünü yansıtacak olan nesnelerin bir araya getirilerek sergilenmesini sağlamakla yükümlüdürler. Çocukluk çağı okul ve eğitim kavramlarıyla da yakından ilişki olduğundan, çocukluk müzeleri aynı zamanda eğitim müzeleriyle de paralellik gösterir. Pek çok çocukluk müzesi, çocukluk tarihi ile birlikte eğitim tarihini de anlatmakta; bu müzelerde eğitim malzemeleri, kitaplar ve pedagojik yaklaşımların tarihçesi ile o ülkeye ait yerel eğitim sisteminin değişimi ve gelişimi hakkında da bilgi verilmektedir.

Dünyadaki bütün bu gelişme ve değişmelere karşın Türkiye’deki durum hiç de iç açıcı görünmemektedir. Bugün Türkiye’de yüz elliye yakın müzenin büyük bir bölümü, işlevini tam olarak yerine getirememekte, “korumacılık” merkezli anlayışla yönetilmektedir. Türkiye’de bağımsız müze biliminin akademik ortamda gelişememesi yüzünden, modern müze yönetim yöntem ve teknikleri ile anlayışları bir türlü yaygınlaşamamıştır. Sanat tarihi ve arkeoloji, çok az da olsa geleneksel maddi kültür temelli müzelerin büyük bir bölümünde “klasik” kamu yönetimi anlayışının geçerliliği, halkbilimcilerin de ütopyaya dönüşen “açık hava müzeciliği” anlayışından “çağdaş kültür araştırma, uygulama ve gösterim merkezleri” anlayışına geçememeleri, bu türden gelişmelerin oluşmamasındaki pek çok nedenden sadece ikisidir. Ülkemizde bu konudaki çalışmalar, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde bir çocuk bölümü oluşturularak başlatılmıştır ve yine çeşitli önermeler ve projeler önerilmektedir.

Müze ziyaretleri;

                Çocukların doğru tarih bilinci edinmelerine,

               Gözlemledikleri ile öğrendikleri arasında karşılaştırmalarına,

     Olayların farklı ve benzer yönlerini düşünmelerine,

                Yaratıcı düşünce ve yorumlama becerileri edinmelerine,

    Estetik duygusunu geliştirmelerine,

            Olayları bütün boyutlarıyla düşünmek, değerlendirmek yani çok boyutlu düşünme becerisi edinmelerine,.

        Neden-Sonuç İlişkisi kurmalarına,

                Geçmişle bugünü karşılaştırma fırsatı bularak geleceği de düşünmelerine fırsat verir.

Kültürel varlıklarımızı yalnız müzelerde koruyamayız. Onları sahiplenecek ve benimseyecek beyinler yetiştirmemiz, düşünce ve belleklerimizde koruyacak duruma gelmemiz gerekir. O yüzden haydi çocuklarınızı müzelere götürün!

 

İşte size bir seçenek: Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi “Dinazor Müzesi”

Gülsuyu Mah. Nar Sok. E5 Yanyol Üzeri Maltepe / İstanbul Tel: 0216 589 36 00 Faks: 0216 589 36 08 - info@tskm.org.tr

Dinazorlar, 65 milyon yıl önce soyları tükenmelerine rağmen, hala daha bir çok çocuğun kalbinde yaşamaktadırlar.

Müze gezisi öncesi: Çocuklarınıza dinazorlarla ilgili kitaplar okuyun ve onlara aşağıdaki fotoğrafları gösterip müzede bu nesneleri bulmalarını isteyin.
 
Yolda: Unutmaması için evde gösterdiğiniz fotoğrafla ilgili sorular sorabilirsiniz.

Müzede Oynayabileceğiniz Bazı Oyunlar:

1.             Kaç adımda mandalları takarsın
   

             2.             Müzedeki kemikleri topla ve dinazor iskeletine yapıştır.



3.   Müzeyi çok dikkatli gez ve hangilerini gördün boya.


Müze Gezisi Sonrası Yapılabilecek Etkinlikler:


Eve ya da okula döndükten sonra mutlaka o gezi hakkında konuşulmalı ve çocuk istediği malzemeleri kullanarak evde/sınıfında gördüğü ve çok etkilendiği bir nesneyi oluşturup ona bir isim vermelidir.

Burası senin müzen, burayı sen koruyacaksın unutma!
 
Gülçin KARADENİZ
 

 

29 Ocak 2015 Perşembe