“…Geçmiş asla ziyaret edemediğimiz yabancı bir ülkedir. Oradan
kartpostallar, mektuplar alabilir, binalarında dolaşabilir, sanatına
bakabiliriz, ancak geçmişi asla gerçekten yaşayamaz ya da bütünüyle yeniden
yaratamayız. Bu gerçeği bildiğimiz halde geçmişi, kendimizi ve zamanımızı daha
iyi anlamamızı sağlayacak anahtarı elinde tutan, çekici egzotik bir yabancı
toprak olarak görmekten de kendimizi alıkoyamayız. Bir müzesi olan her ülke, ki
çoğu ülkenin vardır, geçmişe bakarak kurumsallaşmış bir nostalji yaşar. Biz
bunu gündelik yaşantımızda daha az resmi olan bir biçimde, çocukluğu
hatırlarken geçmişteki şeylerin ne kadar farklı olduğunu düşünürken yaparız yok
olan şeyleri hatırlamaktan hoşlanırız” (Earl, 1995).
Çağdaş anlamıyla
müzeler; “toplumun ve gelişiminin hizmetinde olan, halka açık, insana ve
yaşadığı çevresine tanıklık etmiş malzemelerin üzerinde araştırmalar yapan,
toplayan, koruyan, bilgiyi paylaşan ve sonunda inceleme, eğitim ve zevk alma
doğrultusunda sergileyen, kâr düşüncesinden bağımsız, sürekliliği olan bir
kurum” olarak tanımlanmaktadır (Madran, 1999). Müzelerin ilk oluştuğu yıllarda
başlıca amaçları; geçmişi toplama, koruma, belgeleme ve sergilemeyken,
sonraları bu amaçlar, toplumun öğrenim ve eğitiminin gelişmesi, estetik
olgusunun yerleşmesi, yaşanan anın, geçmişin ve giderek geleceğin açıklanması,
yorumlanması, toplumsal değişmelerin yönlendirilmesi ve halkın eğlenirken
gelişmesi ve zamanının değerlendirilmesine dönüşmüştür. Böylece müzeler toplumu
eğiten, eğitim kurumları niteliği kazanmışlardır. Atagök’ün (1982, 1999) tanımında ise müzeler; yaratıcılık,
mantık, gözlem, hayal gücü ve beğeni duygusunun oluşmasına ve gelişmesine
katkıda bulunabilecek yaygın eğitim kurumları olarak ifade edilmiştir.
Günümüzde müzelerin
sadece arkeolojik buluntuların ve sanat eserlerinin yabancılar, yerel halk ve
okula giden çocuklar tarafından gezildiği sergilemeler olmaktan çıktığını,
müzelerin eğitim görevini giderek artan bir yoğunlukta üstlenen kurumlar olduğu
bir gerçektir. Artık doğrudan kültürel mirası tanıtmanın yanı sıra pek çok
çalışma da yapılmaktadır. Aslında eğitim ve öğretimde müzelerin rolü yeni
değildir. Bu rol, Ruskin'in (1857) İngiltere Parlamentosu’na müzelerin çalışan
sınıfların eğitiminde kullanılmasını önermesiyle başlamıştır. Müze eğitimi,
öğrenmeye motive eder. Örneğin bir sanat müzesinde öğrenme, orijinal eserlerle
bağlantı kurmada uyarcı ve heyecanlı bir yoldur. Bunların dışında orijinal
eserlerle iletişim kurmak sadece ziyaretçilerin yeni bir bilgi edinmelerine
değil, aynı zamanda kendilerini çevreleyen dünyaya karşı görsel
farkındalıklarını geliştirir (Sternberg, 1989).
Müze pedagojisi genel olarak dört temel ihtiyaç alanından ortaya
çıkmıştır:
o
Kendi kültürünü ve farklı kültürleri çok
yönlü ve hoşgörülü bir yaklaşımla tanıma, benzerlik ve farklılıkları anlama ve
kültürlerarası anlayış ve empati geliştirme,
o
Eğitimin kalitesini artırma,
o
Çevreyi ve kültürel varlıkları koruma
bilincini etkili bir biçimde geliştirme,
o
Müzelerin arkeoloji, sanat tarihi vb.
alanlarda yetişmiş elemanlarını kaliteli hizmet verecek biçimde işlevsel olarak
kullanma ve istihdam olanakları yaratma (Kızılyaprak, 2000).
Yine
müzeler öğrencilerin kaynaşması ve sosyalleşmesi için de ideal mekanlardan
biridir. Öğrenciler, müzelerde değişik etkinlikler ile biraraya gelerek,
birbirlerini ve kültürlerini daha yakından tanıma ve kaynaşma fırsatı bulurlar.
Böylelikle müzeler öğretim programına
destek olmanın yanında, toplumsallaşma ve kültürleme sağlayarak eğitimin genel
amaçlarına da hizmet eden müzeler diğer yandan da öğretmenlerin
öğrencileri daha yakından tanıması için de bir laboratuvar niteliğindedir. Müzede mekanla birlikte sınıftaki ilişkilerin
hiyerarşisi de yer değiştirir. Yeni bir ortamda, yeni insanlarla ve kültürlerle
tanışmak, çocuğun bakış açısını genişletir. Okulda öğrenmeyi zor bulan
bazı öğrenciler, müze ortamında ilgili olabilirler. Müze pedagojisinin amaçlarını şöyle sıralayabiliriz:
o
İnsanın değişen dünyaya uyum
sağlamasında yardımcı olmak,
o
İnsanların yaşadıkları ortama
yabancılaşmalarını önlemek,
o
Geçmişle şimdiki yaşam arasında bağ
kurmak,
o
Günümüzün sorunlarına ve çatışmalarına
yönelik anlayış kazandırmak,
o
Sergilenen nesnelerle insanlar arasında
köprü kurarak nesnelerin onların yaşantıları ile bütünleştirilmesini sağlamak,
o
Nesnelerin maddi veya ideal değerleri
ile algılanması yerine insan yaşamının somut ve otantik bir belgesi olarak algılanmasını
sağlamak,
o
İnsanların bugünkü yaşantıları ile
nesnelerin bağlantısını kurarak siyasi, kültürel, sosyal; ekonomik ve ekolojik
ilişkileri anlamalarını sağlamak ve onların araştırmacı yönlerini geliştirmek,
o
Bireylerin zamanını yaratıcı bir biçimde
değerlendirmek,
o
Müzeyi bir yaşam biçimi haline getirmek,
iletişim ve öğrenmeyi yoğunlaştırmak amacıyla tüm olanakları sağlamak (Museum
für Völkerkunde Hamburg, 1995).
19.
yüzyılın ortalarından itibaren bazı müzelerin “eğitim müzeleri” olarak
kurulduğu bilinmektedir. Çocuk müzeleri ile çocukluk ve eğitim müzeleri
farklılık taşımaktadır. Çocuk müzeleri, çocukların ilgileri ve öğrenme
biçimleri ile yakından ilişkili olmayı amaçlarken, eğitim müzesi ve çocukluk
müzesi eğitim ya da çocukluk tarihîni belgelemekle ilgilidir. İlk çocuk
müzelerinin kurulduğu Amerika’da bu müzeler uzun bir tarihe sahiptir (Hooper ve
Greenhill, 1998). Çocuk müzeleri, sadece çocuklar için tasarlanmış, çocukların
eğitimini ve gelişim alanlarını bütünsel olarak desteklemeye özen gösteren, belli
bir koleksiyona sahip olma zorunluluğu olmayan müzelerdir. Çocuk müzelerinin
ortak amacı, yaratıcı oyun ve dokunarak öğrenme etkinlikleri yoluyla eğitimdir
(Abacı, 2005). Çocuk, özellikle de erken yaşlarda, doğası gereği öğrenme ve
keşfetme için inanılmaz ve bitmez tükenmez bir istek duyar. Onun için karşısına
çıkan her şey öğrenme ve gelişme için bir fırsattır. Böylece çocuk müzelerinin
amacı; Çocuğun okuldan ve sadece kitaplardan öğrenmeyeceği fikrinden hareketle,
tarihi gözlerinin önüne canlı bir şekilde sermek ve tarihi anlama sürecini
kolaylaştırmak, çocuğun ailesiyle birlikte kaliteli ve eğlenceli zaman
geçirmesini sağlamaktır. Çocukluk müzeleri ise; oyuncak, oyun, çocuk giysi ve
eşyaları, çocuklar için hazırlanmış kitap vb. yayınlar gibi koleksiyonları
içeren ve amacı çocukluk tarihini belgelemek olan müzelerdir. Böylece bu
mekanlar; hem toplumların en az üzerine eğildikleri konu olan “çocukluk
tarihi”ni araştırmak, hem de çocukluk çağının -geçmişten günümüze- kültürünü
yansıtacak olan nesnelerin bir araya getirilerek sergilenmesini sağlamakla
yükümlüdürler. Çocukluk çağı okul ve eğitim kavramlarıyla da yakından ilişki
olduğundan, çocukluk müzeleri aynı zamanda eğitim müzeleriyle de paralellik
gösterir. Pek çok çocukluk müzesi, çocukluk tarihi ile birlikte eğitim tarihini
de anlatmakta; bu müzelerde eğitim malzemeleri, kitaplar ve pedagojik
yaklaşımların tarihçesi ile o ülkeye ait yerel eğitim sisteminin değişimi ve
gelişimi hakkında da bilgi verilmektedir.
Dünyadaki bütün bu
gelişme ve değişmelere karşın Türkiye’deki durum hiç de iç açıcı
görünmemektedir. Bugün Türkiye’de yüz elliye yakın müzenin büyük bir bölümü,
işlevini tam olarak yerine getirememekte, “korumacılık” merkezli anlayışla
yönetilmektedir. Türkiye’de bağımsız müze biliminin akademik ortamda
gelişememesi yüzünden, modern müze yönetim yöntem ve teknikleri ile anlayışları
bir türlü yaygınlaşamamıştır. Sanat tarihi ve arkeoloji, çok az da olsa
geleneksel maddi kültür temelli müzelerin büyük bir bölümünde “klasik” kamu
yönetimi anlayışının geçerliliği, halkbilimcilerin de ütopyaya dönüşen “açık
hava müzeciliği” anlayışından “çağdaş kültür araştırma, uygulama ve gösterim
merkezleri” anlayışına geçememeleri, bu türden gelişmelerin oluşmamasındaki pek
çok nedenden sadece ikisidir. Ülkemizde bu konudaki çalışmalar, İstanbul
Arkeoloji Müzesi’nde bir çocuk bölümü oluşturularak başlatılmıştır ve yine
çeşitli önermeler ve projeler önerilmektedir.
Müze ziyaretleri;
•
Çocukların doğru tarih bilinci
edinmelerine,
• Gözlemledikleri ile öğrendikleri arasında
karşılaştırmalarına,
• Olayların farklı ve benzer yönlerini
düşünmelerine,
•
Yaratıcı düşünce ve yorumlama becerileri
edinmelerine,
• Estetik duygusunu geliştirmelerine,
• Olayları bütün boyutlarıyla düşünmek,
değerlendirmek yani çok boyutlu düşünme becerisi edinmelerine,.
• Neden-Sonuç İlişkisi kurmalarına,
•
Geçmişle bugünü karşılaştırma fırsatı
bularak geleceği de düşünmelerine fırsat verir.
Kültürel varlıklarımızı yalnız müzelerde koruyamayız. Onları sahiplenecek
ve benimseyecek beyinler yetiştirmemiz, düşünce ve belleklerimizde koruyacak
duruma gelmemiz gerekir. O yüzden haydi çocuklarınızı müzelere götürün!
İşte size bir seçenek:
Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi “Dinazor Müzesi”
Gülsuyu Mah. Nar Sok. E5 Yanyol Üzeri Maltepe /
İstanbul Tel: 0216 589 36 00 Faks: 0216 589 36 08 - info@tskm.org.tr
Dinazorlar, 65 milyon yıl önce soyları tükenmelerine rağmen, hala daha
bir çok çocuğun kalbinde yaşamaktadırlar.
Müze gezisi öncesi: Çocuklarınıza
dinazorlarla ilgili kitaplar okuyun ve onlara aşağıdaki fotoğrafları gösterip
müzede bu nesneleri bulmalarını isteyin.
Yolda: Unutmaması
için evde gösterdiğiniz fotoğrafla ilgili sorular sorabilirsiniz.
Müzede
Oynayabileceğiniz Bazı Oyunlar:
1.
Kaç adımda mandalları takarsın
2. Müzedeki kemikleri topla ve dinazor iskeletine yapıştır.
3. Müzeyi çok dikkatli gez ve hangilerini
gördün boya.
Müze Gezisi Sonrası
Yapılabilecek Etkinlikler:
Eve ya da okula
döndükten sonra mutlaka o gezi hakkında konuşulmalı ve çocuk istediği
malzemeleri kullanarak evde/sınıfında gördüğü ve çok etkilendiği bir nesneyi
oluşturup ona bir isim vermelidir.
Burası
senin müzen, burayı sen koruyacaksın unutma!
Gülçin KARADENİZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder