Öğrenmede duyguların önemi yadsınamaz. Duygusal zeka kişinin kendinin ve başkalarının duygularını yönetmesi ve amacı doğrultusunda yönlendirmesidir. Kişilerin başarısı üzerinde etkili olan özbilinç, kişisel yönetim, güdüleme, empati ile sosyal beceri en önemli dört duygusal zeka becerisidir. Duygusal zeka kalıtımsal değildir, öğrenilerek geliştirilir. Bu nedenle öğrenciler akademik hayatları sırasında bunu bilinçli olarak geliştirmelerinin yollarını da öğrenmelidirler. Bireyler kendi yaşantılarından, deneyimlerinden öğrenirler ve bu öğretileri yaşam süreçlerinde kullanırlar. Ancak öğrencilerin öğrenme türlerini etkin hale getirebilmeleri ve bu türler arasında bütünlüğü sağlayabilmeleri için duygusal zekalarının da gelişmiş olması gerekir. Bu çalışmada öğrenci öğretmen ilişkisinde duygusal zeka becerilerinin geliştirilmesinin eğitime etkileri incelenmeye çalışılmıştır.
1.1. TEMEL DUYGU KÜMELERİMİZ
Duygularımız, doğuştan getirdiğimiz mizacımız, içimizdeki düşüncelerimiz ve yaşam deneyimlerimiz sonucu oluşur. Bu yüzden, duygularımızın tek sahibiyiz.
Bizi diğer insanlardan farklı yapan duygularımızdır. Morris’in (2002:430) aktarımıyla Plutchik, sekiz temel duygu kategosi belirlemiştir. Bunlar; sevinç, kabul, korku, hayret, üzüntü, tiksinti, öfke, ummadır (Şekil 1).
Şekil 1: Plutchik’in sekiz temel duygu kategorisi (Akt: Morris, 2002:430).
Temel duygu kümelerimizi incelediğimizde derinininde farklı duygularla karşılaşabiliriz (Şekil 2). Yine Morris’in (2002:430) aktarımıyla Plutchik, sekiz temel duygusuna ilişin üç boyutlu bir model geliştiriştir (Şekil 2).
Şekil 2: Plutchik’in sekiz temel duygusuna ilişin üç boyutlu modeli
(Akt: Morris, 2002:431).
Duygu Kuramlarını kısaca inceleyecek olursak; bir duyguya bağlı uyarıcılar arasındaki ilişkileri, o duyguya bağlı bedensel tepkileri ve yaşantılarımıza ilişkin düşüncelerimizi açıklamaya çalışmaktadır (Şekil 3).
1.1.1. James-Lange kuramına göre, uyarıcılar bedenimizdeki fizyolojik değişmeleri başlatmaktadır ve duygular bu fiziksel değişmelerden kaynaklanmaktadır.
1.1.2. Cannon-Bard kuramında duyguların ve bedensel tepkilerin ard arda değil, aynı anda yer aldıkları öne sürülmektedir.
1.1.3. Bilişsel kuram ise uyarıldığımızda içinde bulunduğumuz ortamın tüm yönleriyle bu genel uyarılma durumunu yorumlamamızı mümkün kılan ipuçları verdiğini öne sürmektedir (Morris,2002:432-434).
Şekil 3: Duyguya İlişkin Üç Temel Kuram (Akt: Morris, 2002:434).
Sonuç olarak duygular, bir kez ortaya çıkınca sonraki davranışımızın güçlü tetikleyicisi olurlar. Uzun vadeli başarılara doğru yelken açtıkları kadar eylemin seyrini de belirlerler. Ancak duygularımız başımızı derde de sokabilir. Korku kaygıya dönüşünce, arzu hırsla yer değiştirince veya sıkıntı öfkeye, öfke nefrete, dostluk hasete, aşk saplantıya veya zevk bağımlılığa dönünce, duygularımız bizim aleyhimize çalışmaya başlar. Zihinsel sağlık, duygusal hijyenle korunur ve zihinsel problemler, bir dereceye kadar, duygusal düzenimizde bir rahatsızlık olduğunu yansıtırlar. Duygular, hem faydalı hem hastalıklı sonuçlara sahip olabilir (LeDoux,2006:24).
1.2. LİMBİK SİSTEM
Limbik sistem beyin sapını çevreleyen kısımdır. Limbik, “yaka” veya “sınır” anlamına gelen Latince limbus kelimesinden üretilmiştir. Beyin sapını yarım bir çember şeklinde çevreleyip sınırlarını belirlediği için limbik sistem adı verilmiştir. Amigdala ve hipotalamus bu kısmın iki önemli parçasıdır. Diğer memelilerin beyinlerinde de limbik sistem vardır. Limbik sistem bir memeli hayvana yaşamını sürdürebilmesi için otomatik tepkiler verme yerine daha akıllı seçimler yapma şansı vermektedir. Örneğin; kırlarda otlayan sığırlar yediği otlar arasından zehirli olanları ayıklayabiliyor. Hayvanlar neyin yenilip neyin yenilmeyeceğini daha çok koku yoluyla belirler. Koku bölgesiyle limbik sistem arasındaki bağlantılar sayesinde kokular tanınıp seçilebiliyor, geçmişteki kokularla karşılaştırılarak zehirli ve sağlıklı olan otlar birbirinden ayırt edilebiliyor (Özden, 2005:44-45).
Limbik sistem duygularımızı kontrol eder. Midemiz kazındığında, öfkelendiğimizde, sırılsıklam aşık olduğumuzda ya da kederlendiğimizde limbik sistem devrededir. Limbik sistem açlığı, susuzluğu, cinsel arzuları ve diğer zevkleri düzenler. Ayrıca uzun süreli belleğin önemli bir kısmı limbik sistem tarafından düzenlenir. Duygularımız ve belleğimiz limbik sistem tarafından kontrol edildiğinden dolayı duygusal bağ kurduğumuz olayları daha kolay hatırlarız. Çünkü aynı bölgedeki duygusal merkez, bellek kısmını ateşleyecek bağlantılara sahiptir. Bu nedenle, olumlu duygularımızla ilintili olayları hiç unutmayız. Çok sevinçli olduğumuz bir an kolay kolay zihnimizden silinmez, ortaokuldaki tüm anılarınızı unutabiliriz, ama öğretmenin sizi bütün okulun önünde başarınızla övdüğü, sizin kendinizi “müthiş” hissettiğiniz o anı hiç unutamayız. Kısaca; olumlu duygusal izler bırakan öğrenmelerin daha kalıcı olacağıdır. Eğer okuduklarımızdan zevk alıyorsak, yaptıklarımızı eğlenceli buluyorsak öğrenmelerimiz daha kalıcı olacaktır (Özden, 2005:44-45).
Olumlu Duygular; kendimizi iyi hissettiğimiz zamanlarda beynimiz “zevk kimyasalı” olarak adlandırılan endorfin salgılar. Endorfinin önemi ise nöronlar arasındaki bağlantıları kolaylaştıran yağlayıcı özelliğe sahip nörotransmiterleri ateşlemesidir. Yani, kendimizi iyi hissettiğimizde nöronlar arasında daha çok bağ kurulur (Özden, 2005:44-45).
Olumsuz Duygular; kendimizi kötü hissettiğimiz ve stres altında olduğumuz zamanlarda ise tam tersi bir durum söz konusudur. Limbik sistem içerisinde yer alan talamus, duyularımızla düşünmeyi sağlayan korteks arasında devre anahtarı rolü üstlenir. Eğer kişi stres altındaysa veya korku duyuyorsa talamus, verileri düşünmenin ve öğrenmenin gerçekleşeceği korteks alana göndermek yerine, beyin sapı gibi beynin daha primitif alanlarına gönderebilir. Böylece kişi rasyonel bir düşünce üretmek yerine içgüdüsel davranabilir. Kısacası, öğrenme eğlenceli olduğunda daha kalıcıdır. Aşırı stres ve korku, öğrenmeye engel olur. Beynin kimyası bunu doğrulamaktadır (Özden, 2005:44-45).
Goleman’a göre, beynin düşünen parçası, ense kökünde (retüküler formasyon) yer alan duygusal parçasından üremiştir. Bu yüzden beynin düşünen ve duygulanan bölgeleri, birlikte çalışmaktır. Başka deyişle bilişsel yapı ve yürek birlikte işlev görmektedir. Böylelikle duyguyla zeka, birbirleriyle etkileşimli biçimde çalışan süreçler olarak kabul edilmektedir (Akt. Gürses,2003:67).
Beyin üzerindeki son araştırmalar, insan zekası konusunda esas kriterin IQ (bilişsel zeka / intelligence quotient) değil, EQ (duygusal zeka / emotional quotient) yani duygular olduğunu belirliyor (Goleman, 2002).
1.3. DUYGUSAL ZEKA KAVRAMI
1980’lerin başında, İsrailli Psikolog Dr. Reuven Bar-On, duygusal zeka kavramını geliştirmeye başlamış; “Bir kişinin çevresel baskılarla ve isteklerle başa çıkmak için başarılı olma yetisinde; duygusal kişİsel ve sosyal yeteneklerinin bir bütünüdür.” şeklinde tanımlamıştır.
Peter Salovey ve John Mayer, 1990’da Duygusal Zekayı şöyle açıklamışlardır; “Bir kişinin kendi yada başkalarının hislerini ve duygularını yansıtabilme, onları ayırt edebilme ve kişinin düşüncesi ve eyleminde bu bilginin kullanılmasıdır.”
Daniel Goleman, 1995 yılında yayınlanan “Duygusal Zeka” adlı kitabında “Duygusal zekayı kişinin kendi duygularını anlaması, başkalarının duygularına empati beslemesi, ve duygularını yaşamı zenginleştirecek biçimde düzenleyebilmesi yetisi” olarak tanımlıyor.
Duygusal Zeka kavramının farkına son 10-15 yıl içinde varıldığı çıkıyor ortaya, fakat tarihte hızla dolaştığımızda az önceki tanımları destekleyen birçok atasözü ve vecize’ye rastlamak mümkündür.
o İlim ilim bilmektir. İlim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsen, bu nice okumaktır? Yunus Emre.
o Gönül gözüyle görmek
o Kendisinin ne hissettiğinden habersiz insan, başkasının da ne hissettiğini bilemez. Türk Atasözü.
o Herkes kızabilir, bu kolaydır. Ancak doğru insana, doğru ölçüde, doğru zamanda, doğru nedenle ve doğru şekilde kızmak, işte bu kolay değildir. Aristo.
o Bir insanın yalnızca aklını eğitip ahlak eğitimini gözardı etmek, topluma bir baş belası armağan etmek demektir. Theodore Roosevelt.
1.4. DUYGUSAL ZEKANIN KISA TARİHÇESİ
Son yıllarda yapılan araştırmalar, IQ’nun hayattaki başarıya katkısının %10’dan fazla olmadığını göstermektedir. Yüksek IQ, başarının, prestijin veya mutlu bir yaşamın garantisi olmadığı halde, okullarımızda ve kültürümüzde akademik yetkinlik hala ön planda tutulmakta; kişisel kaderimiz açısından büyük önem taşıyan sosyal ve duygusal becerilerin geliştirilmesi ihmal edilmektedir.
Duygusal ve sosyal kapasitesi yüksek kişiler yani, duygularını iyi bilen, onları kontrol edebilen, başkalarının duygularını anlayan ve bunları ustalıkla idare edebilenler, hayatlarının gerek özel gerekse mesleki alanlarında daha avantajlı bir konuma geçerler. Duygusal ve sosyal becerileri gelişmiş insanlar hayatta daha mutlu ve üretken oluyorlar. Duygularını kontrol edemeyen kişiler ise, net olarak düşünebilme ve işlerine konsantre olabilme yeteneklerini engelleyen içsel bir mücadeleye giriyorlar. Son yıllarda, bazı araştırmacılar insan zekasını eski yöntemlerle incelemenin sınırlamalarını keşfettiler. Howard Gardner 1980’lerin başlarında IQ yaklaşımını sorgulamaya başladı. “Frames of Mind” adlı kitabında yaşamdaki başarı açısından hayati derecede önem taşıyan yalnızca tek bir zeka türü olmadığını, ancak zeka türlerinin daha geniş bir yelpazede ele alınabileceğini öne sürüyordu. Bu alandaki öncü isimlerden bir diğeri de Robert Sternberg’dir. Sternberg, yüksek IQ’nun akademik başarı getirebileceğine fakat hayatın diğer alanlarında hedefe yönelik eylemlere yol açmayacağına inanmaktadır. Kendi standartları veya başkalarının standartları doğrultusunda başarıyı yakalamış insanlar sadece okullarda değer verilen hareketsiz zekaya güvenmekten çok birçok alanda beceri sahibi olmuş, bu becerileri geliştirmiş ve uygulamış kişilerdir. ABD’de 1985 yılında bir doktora öğrencisi (Payne, Wayne Leon) A study of emotion: Developing Emotional Intelligence; Self-integration; Relating to fear, Pain and Desire (Theory, Structure of reality, Problem-solving, contraction / expansion, tuning in/coming out/letting go) başlığı taşıyan bir doktora tezi yazmıştır. Bu çalışma ilk olarak “Emotional Intelligence” kavramının akademik çevrelerde kullanılmasıydı. 1990 yılında Harvard Üniversitesi’nden psikolog Peter Salovey ve New Hampshire Üniversitesi’nden psikolog John Mayer “Emotional Intelligence” ile ilgili iki tane makale yayımladılar. Bu profesörler, insanların duygusal alandaki yetilerini bilimsel olarak ölçmeyi denemişlerdir. Bu hocaların bulguları, bazı insanların diğerlerinden, kendi duygularını tanımlamada, başkalarının duygularını tanımlamada ve duygusal konularda problem çözmede daha iyi olabileceğini ortaya koyuyordu. Geçtiğimiz on yılda bu profesörler, duygusal zekamızı ölçmeye yönelik iki değişik test geliştirdiler. Ancak onların çalışmaları genellikle akademik çevre içinde kaldı. Başarı için önemli görülen “empati, duyguları ifade etme ve anlama, mizacı kontrol etme, bağımsızlık, uyum sağlayabilme, beğenilme, kişiler arası sorunları çözme, sebat, sevecenlik, nezaket, saygı... “ gibi duygusal nitelikleri betimlemek için kullanılan bu kavramın “şöhret” olması, ancak 1995’de psikoloji alanında doktoralı gazeteci-yazar Daniel Goleman’ın “Duygusal Zeka” (Goleman, Daniel (1995). Emotional Intelligence: Why It Can Matter More Than IQ. New York: Bantam Books.) kitabını yayınlaması ile gerçekleşmiştir (www.eqi.org).
Meşhur olmadan önce Goleman, New-York Times gazetesine ve Popular Psychology dergisine yazılar yazan bir gazeteciydi. 1994 ve 1995 senelerinde “Duygusal Okur-Yazarlık” üzerine bir kitap yazmayı planlıyordu. Bu kitap için okulları ziyaret ederek, duygusal okur-yazarlığı geliştirmek için hangi programları geliştirdiklerini öğreniyordu. Aynı zamanda da genel olarak duygular üzerine yoğun incelemeler yapıyordu. En çok da Mayer ve Salovey yazılarını okuyordu. Bir noktada Goleman kitabın ismini “Duygusal Zeka” olarak değiştirdi, daha iyi satacağına ve daha iyi para yapacağına inanıyor olabilirdi (www.eqi.org).
Böylece 1995’te “Duygusal Zeka” yayınlandı. Bu kitapla “Duygusal Zeka” Time dergisinin kapağında boy göstermiş, okullardan şirketlere dek yönetim odalarında sohbet konusu yapılmış, ünü Beyaz Saray’a kadar uzanmıştır. ABD Başkanı Clinton, esi Hillary tarafından kendisine armağan edilen bu kitap için “mükemmel bir kitap, çok ilginç, çok sevdim.” sözleriyle onun önemini ve değerini teslim etmiştir.
Duyguların bilişsel süreçlerdeki ve insan davranışlarındaki rolünün önemi bir çok duygusal zeka kuram ve araştırmasında belirtilmiştir (George, 2000; Goleman, 1988; Mayer & Salovey, 1997). Duyguların hayattaki etkisi daha küçük yaşlarda ailede başlar; eğitim döneminden iş yaşamına kadar süre gelir (Brown, 1999; Goleman, 1999). Goleman’a (1999) göre çocuk ilk duygusal eğitimini ailesinden, sonra öğretmenlerinden ve arkadaşlarından almaktadır. Duygular kişinin dış (sosyal) ve iç (fiziksel) etkilere karşı gösterdiği ilgi çeken güçlü hislerdir (George, 2000). Olumlu duygular kişilerin karar verme, değerlendirme, bellekten eski bilgileri çağrıştırarak tümevarım ve tümdengelim yöntemleriyle sebep sonuç ilişkilendirmesi yapmalarını ve yaratıcı olmalarını sağlar. Diğer yandan olumsuz duygular kişinin karar ve hareket yeteneklerini engelleyebilir (George, 2000; Lawson, 2001). Ancak kaliteli ve başarılı bir yaşam için duygularımızın bizi gütmesine izin vermeden, bizim duygularımızı denetlememiz gerekir.
1.5. DUYGUSAL ZEKA YETERLİKLERİ:
1.5.1. Özbilinç
Basit bir ifadeyle, Özbilinç; liderin duyguları, güçlü yanları ve sınırları ile değerleri ve dürtüleri hakkında derin bir anlayışa sahip olması demektir. Özbilinci güçlü olan insanlar gerçekçidir; ne kendilerini aşırı eleştirir, ne de safça umuda kapılırlar. Daha çok, kendileri hakkında kendilerine karşı dürüsttürler.
Özbilinçli liderler ayrıca değerlerini, hedeflerini ve hayallerini de anlarlar. Hangi yönde ilerlediklerini ve nedenini bilirler. Kendilerini “doğru görünen”e ayarlarlar. Örneğin, parasal açıdan cazip olan ama ilkelerine ya da uzun vadeli hedeflerine uymayan bir iş teklifini geri çevirmekte kararlı davranabilirler. Özbilinçten yoksun lider ise tam tersine, saklı değerlerini çiğneyerek iç kargaşayı başlatacak kararlar almaya yatkındır. Bir işte iki yılını doldurmuş birisi, “Parası cazip göründü, ben de imzayı bastım, ama bu görev benim için öyle anlamsız ki, sürekli canım sıkılıyor,” diyebilir. Özbilinçli insanlarsa, kararlan değerleriyle örtüştüğü için işlerinden genellikle enerji alırlar (Goleman, 2003:51).
1.5.1.1. Duygusal Özbilinç: Duygusal özbilinci yüksek olan liderler iç sinyallerine uyum sağlar, duygularının kendilerini ve iş performanslarını nasıl etkilediğini bilirler. Yol gösterici değerlerine bağlı kalır ve karmaşık bir durumda manzaranın bütününü görerek en iyi eylem rotasını sezebilirler. Duygusal özbilince sahip liderler açık sözlü ve içtenlikli davranabilir, duygularından açıkça, ya da yol gösteren vizyonlarından inançla söz edebilirler. Duygusal Tepkiler: John Mayer, kişilerin duygularını birbirlerinden farklı şekillerde ele alıp baş ettiğini görmüştür (Goleman, 2003:262). Bunlar;
Kendini kaptırmış: Bunlar, genelde duygularına kapılıp giden ve bu durumdan kendilerini kurtaramayan, adeta duyguların hükmü altında yaşayan kişilerdir. Değişken, duygularının pek farkında olmayan, bir perspektiften bakmak yerine duyguların içinde kaybolan insanlardır. Sonuçta kendilerini kötü ruh halinden kurtarmak için pek çaba harcamaz ve duygusal yaşamlarını kesinlikle denetleyemediklerini düşünürler. Çoğu kez duygularının kontrolden çıkıp kendilerine baskı yaptığını hissederler.
Kabullenmiş: Bu kişiler genelde ne hissettiklerini bilseler de, bu durumlarını kabul eder ve değiştirmeyi denemezler. Bu teslimiyetçi kişiler ikiye ayrılır: Genelde kendini iyi hissedip bu durumu değiştirmeye pek az çaba harcayanlar ve bir de ruh hallerinin açıkça farkında oldukları halde, kendilerini arada bir kötü hissettiklerinde, ne olacaksa olsun şeklinde, bunu kabul edip değiştirmek için bir şey yapmadan sızlananlar; yılgınlığa teslim olmuş depresif kişilerde gördüğümüz budur.
Özbilinçli: Ruh hallerinin farkında olan bu kişiler, duygusal hayatları hakkında belli bir anlayışa sahiptir. Duygularının bilincinde olmaları, diğer bazı kişilik özelliklerini destekleyebilir: Özerk, kendi sınırlarından emin, psikolojik açıdan sağlıkları yerinde ve hayata olumlu bir gözle bakan insanlardır. Kötü bir ruh hali ne girdiklerinde, bunu dert edinip kafalarına takmaz ve daha kısa bir süre içinde kendilerini bu durumdan kurtarırlar. Kısacası, özbilinçleri duygularını idare etmekte kolaylık sağlar.
1.5.1.2. İsabetli Özdeğerlendirme: Özbilinci yüksek olan liderler, genellikle kısıtlı ve güçlü yönlerini bilirler ve kendileriyle ilgili bir mizah duygusuna sahiptirler. Geliştirmeleri gereken yönlerini zarafetle öğrenir ve yapıcı eleştiriyle geribildirimi hoş karşılarlar. İsabetli özdeğerlendirme, liderin ne zaman yardım isteyeceğini ve yeni liderlik güçleri geliştirirken nereye odaklanacağını bilmesini sağlar (Goleman, 2003:262).
1.5.1.3. Özgüven: Liderlerin yetenekleri konusunda doğru bilgi sahibi olmaları güçlü yönlerine güvenmelerini sağlar. Özgüvenli liderler, zor bir görevi rahatlıkla üstlenebilirler. Bu tür liderler çoğunlukla kendilerinden emin oldukları ve varlıklarını herkese hissettirdikleri için, bir grupta rahatlıkla öne çıkarlar (Goleman, 2003:262).
1.5.2. Özyönetim
Özbilinçten, yani liderin kendi duygularını anlaması ve amacını açıkça bilmesinden, tüm liderlerin hedeflerine ulaşmak için gereksindikleri odaklı güdü olan özyönetim doğar. Ne hissettiğimizi bilmezsek, o hisleri idare edemeyiz. Bunun yerine, duygularımızın denetimine gireriz. Coşku ve bir zorluğu yenme keyfi gibi olumlu duygular söz konusu olduğunda, genellikle bunun bir sakıncası yoktur. Ancak hiçbir lider, hüsran ve hiddet ya da kaygı ve panik gibi olumsuz duyguların denetimine girmenin yükünü kaldıramaz.
Kendi duygularını denetleyebilen liderler rahatsız edici duygu ve dürtülerine hakim olmanın, hatta onları yararlı bir biçimde kanalize etmenin yollarını bulurlar. Liderin yüksek stres altında ya da bir kriz döneminde sakin kalması ve açık bir zihinle düşünebilmesi -ya da zorlu bir durumla karşılaştığında bile soğukkanlılığını koruması- bir özdenetim göstergesidir. Özdenetimin önemini destekleyebilecek bir araştırma aşağıda aktarılmıştır.
1.5.2.1. Saydamlık: Saydam liderler, değerlerini hayata geçirirler. Saydamlık -liderin duyguları, inançları ve eylemleri konusunda başkalarına karşı gerçekten açık olması- dürüstlük yaratır. Bu tür liderler hata ya da kusurları açıkça kabul eder ve başkalarının ahlaka aykırı davranışlarına göz yummak yerine karşı çıkarlar (Goleman, 2003:263).
1.5.2.2.Uyumluluk: Uyumlu liderler, odak ya da enerjilerini yitirmeden çok sayıda talebin üstesinden gelebilir ve örgüt yaşamının kaçınılmaz belirsizliklerinden rahatsız olmazlar. Bu tür liderler yeni zorluklara uyum sağlamak için esnek davranabilir, hızlı değişime çabuk ayak uydurabilir ve yeni veriler ya da gerçekliklerle karşılaştıklarında kıvrak bir zekayla düşünebilirler (Goleman, 2003:263).
1.5.2.3.Başarma Dürtüsü: Başarma dürtüsü güçlü olan liderlerin yüksek lidere özgü standartları, hem kendilerinde hem de yönettikleri liderlerde sürekli olarak performans artışını gözetmelerini sağlar. Pragmatiktirler, ölçülebilir ama zorlayıcı hedefler belirler ve hedeflerinin değerli ama ulaşılabilir olması için risk hesabı yapabilirler. Başarma dürtüsünün bir göstergesi de, sürekli olarak daha iyi iş çıkarmanın yollarını öğrenmek ve öğretmektir (Goleman, 2003:263).
1.5.2.4. İnsiyatif: İstenen sonucu verme yeteneklerine -kendi kaderlerine hükmetmek için gereken şeylere- sahip olduklarını hisseden liderlerin girişimciliği mükemmeldir. Beklemek yerine, fırsatları yakalar ya da yaratırlar. Bu tür bir lider, geleceğe yönelik daha iyi olasılıklar yaratabilmek için, gerektiğinde kırtasiyeciliği delip geçmekte, hatta kuralları esnetmekte duraksamaz (Goleman, 2003:263).
1.5.3. Sosyal Bilinç:
Ahenk yaratan liderlik, özbilinç ve duygusal özyönetimden sonra sosyal bilinç ya da bir başka deyişle, empati gerektirir. Empati gösterme yeteneği, en temel şeklinde, başka birinin yüzünden ve sesinden duyguları okuyan ve konuştuğumuz liderlerin hislerine sürekli olarak uyum sağlamamızı mümkün kılan amigdalanın içindeki ve onunla bağlantılı uzatılmış devredeki nöronlardan kaynaklanır. Bu devre, dışarıya aralıksız bildiriler gönderir —bu son söz onu biraz sinirlendirdi... şimdi de biraz sıkılmış görünüyor ... bunu duymak hoşuna gitti- prefrontal bölge ve onunla ilintili alanlar da bu bildirileri, daha sonra söyleyeceğimiz ya da yapacağımız şeyin ince ayarında kullanır.” Karşı tarafın az önce nasıl tepki verdiğinden bizi haberdar eden amigdala ve ona bağlı devreler, duyguların kişiler arası açık çevriminde bir ana istasyon gibi eşgüdümlü olmamızı sağlar (Goleman, 2003:59).
1.5.3.1. Empati: Empatili liderler, çok çeşitli duygusal sinyallere kulak verebildiklerinden, bir kişinin ya da grubun hissedilen ama dile getirilmeyen duygularını sezebilirler. Bu tür liderler dikkatle dinler ve öteki kişinin bakış açısını kavrayabilirler. Empati, liderin geçmişi farklı olan ya da başka bir kültürden-gelen insanlarla iyi geçinebilmesini sağlar (Goleman, 2003:264).
Empati, kişilerarası ilişkilerde içtenlik, ilgi, bağlılık ve duyarlılık gösterebilme yeteneğini de içermektedir. Empatik insanlar başkalarının duygularının bilincinde olup; onları takdir edebilirler. Empatinin üç yönü vardır.
o Bilinç: Empatik lider, başkalarının hislerinin bilincindedir ve onlara karşı duyarlıdır.
o Anlayış: Empatik lider, söz konusu hislere yol açan veya onları “tetikleyen” durumları kavrar.
o Kabullenme: Empatik liderin iletişim tarzı diğer insanların kendilerini kabullenilmiş ve anlaşılmış hissetmesini sağlar.
Empati, bazen “sezgi” olarak da nitelendirilir. Çünkü diğer insanların kelime kullanmadan dile getirdikleri duyguları anlayabilmek için sık sık sezgilerimize ihtiyaç duyarız. Diğer insanların duygularının sezgisel olarak algılanması, sözel olmayan yollarla ifade edilenleri “okuma” yeteneğine dayanır.
1.5.3.2.Toplumsal Bilinç: Sosyal bilinci keskin olan bir lider, politik açıdan uyanık davranabilir, can alıcı toplumsal ağları görebilir ve kilit iktidar ilişkilerini okuyabilir. Bu tür liderler bir örgütte işlerliği olan siyasal güçler kadar, yol gösteren değerleri ve oradaki insanlar arasında geçerli olan sözsüz kuralları da anlayabilirler (Goleman, 2003:264).
1.5.4. İlişki Yönetimi
Özbilinç, özyönetim ve empati üçlüsü, sonuncu duygusal zeka yetisinde bir araya gelir: İlişki yönetimi. Burada liderliğin en gözle görülür araçları olan ikna gücü, çatışma yönetimi ve işbirliğini buluruz. İlişkileri beceriyle yönetmek, başkalarının duygularıyla baş etmek anlamına gelir. Bu ise, liderlerin kendi duygularının farkında olup önderlik ettikleri insanlara empatiyle uyum sağlamalarını gerektirir (Goleman, 2003:62).
Sosyal becerilere sahip liderlerin geniş bir insan çevresiyle ahenk içinde olmalarının, ayrıca ortak zemini bulma ve ilişki kurma konusunda ustaca davranmalarının nedeni de budur. Bu, topluluk içinde sürekli etkin oldukları anlamına gelmez. Önem taşıyan hiçbir şeyin tek başına yapılmadığı varsayımıyla hareket ettikleri anlamına gelir. Eylem zamanı geldiğinde, bu tür liderlerin yerli yerinde duran bir iş ilişkileri ağı vardır. Ve giderek daha fazla işin uzak mesafeden -e-posta ya da telefonla- yapıldığı bir çağda ilişki kurmak, paradoksal olarak, her zamankinden daha önemli bir hal almaktadır.
1.5.4.1. Esinleme: Esinleyici liderler, hem ahenk yaratır hem de cazip bir vizyon ya da ortak misyonla insanları harekete geçirirler. Bu tür liderler, başkalarından istedikleri şeyin timsali olur ve ortak bir misyonu, öteki liderleri izlemeye esinlendirecek şekilde dile getirebilirler. Gündelik görevlerin ötesinde ortak bir amaç duygusu vererek, işi heyecanlı hale getirirler (Goleman, 2003:264).
1.5.4.2. Etkileme: Bir lidernin etkileme gücünün göstergeleri, belli bir dinleyiciye hitap edecek doğru şeyi bulmaktan, kilit liderlerden nasıl onay alınacağını bilmeye ve bir inisiyatif için destek ağı kurmaya kadar uzanır. Etkileme becerisine sahip bir lider ikna edicidir ve bir gruba hitap ederken ilgi uyandırır. Başkalarını geliştirmek. İnsanların yeteneklerini geliştirmekte usta olan bir lider, yardım ettiği liderlerin hedeflerini, güçlü ve zayıf yönlerini anlayarak onlara gerçek bir ilgi gösterir. Bu tür bir lider tam zamanında yapıcı geribildirimlerde bulunabilir; doğal bir akıl hocası ya da eğitmendir. Değişim katalizörlüğü. Değişim katalizörü olabilen liderler, değişme gereğim fark edebilir, statükoya meydan okuyabilir ve yeni düzeni destekleyebilirler. Direnişle karşılaşsalar bile değişimin güçlü taraftarları olabilir, onu cazip bir biçimde savunabilirler. Ayrıca değişimin önündeki engelleri aşmanın pratik yollarını da bulurlar(Goleman, 2003:265).
1.5.4.3. Başkalarını Geliştirmek: İnsanların yeteneklerini geliştirmekte usta olan bir lider, yardım ettiği liderlerin hedeflerini, güçlü ve zayıf yönlerini anlayarak onlara gerçek bir ilgi gösterir. Bu tür bir lider tam zamanında yapıcı geribildirimlerde bulunabilir; doğal bir akıl hocası ve eğitmendir (Goleman, 2003:265).
1.5.4.4. Değişim Katalizörlüğü: Değişim katalizörü olabilen liderler, değişme gereğini fark edebilir, statükoya meydan okuyabilir ve yeni düzeni destekleyebilirler. Direnişle karşılaşsalar bile değişimin güçlü taraftarları olabilir, onu cazip bir biçimde savunabilirler. Ayrıca değişimin önündeki engelleri aşmanın pratik yollarını da bulurlar (Goleman, 2003:265).
1.5.4.5. Çatışma Yönetimi: Çatışmaları en iyi şekilde yöneten liderler, bütün tarafları konuşturabilir, farklı bakış açılarını anlayabilir, sonra da herkesin destekleyebileceği ortak bir ideal bulabilirler. Çatışmayı yüzeye çıkarır, tüm tarafların duygu ve görüşlerini dikkate alır ve enerjiyi yeniden grubun ortak idealine yönlendirirler (Goleman, 2003:265).
1.5.4.6. Bağlar Kurmak: Çalışılan kurum içinde bir ilişkiler ağı kurmak ve sürdürmek.
1.5.4.7. Ekip Çalışması: Birlikte çalıştığı kişileri bir takım bütünlüğü içinde oluşturup, yönetebilmek.
1.5.4.8. İşbirliği: Takım oyunculuğunda yetenekli olan liderler, bir dostluk havası yaratır ve saygı, yardım ve işbirliğine bizzat örnek oluştururlar. Öteki liderlerin kolektif çabaya etkin ve coşkulu bir biçimde katılmalarını sağlar, grubun ruhunu ve kimliğini geliştirirler. Salt iş yükümlülüklerinin ötesinde, yakın ilişkiler kurup güçlendirmeye de zaman ayırırlar (Goleman, 2003:265).
1.6. BİR EĞİTİM MODELİ OLARAK DUYGUSAL ZEKA
Öğrenmenin duygusal temellere dayandığı fikri yeni değildir, milattan önce Platon’a kadar dayanır. Son yıllarda fark edilen gerçek şudur ki bilişsel, duygusal ve sosyal benliklerimiz birbirlerine sıkı sıkıya bağlıdır. Öyle ki duygularımız düşüncelerimizi önemli ölçüde etkilerken, davranışlarımız duygularımızdan ayrı düşünülemez (Freedman vd., 1997/1998).
Vail (1994) ise duyguların öğrenmenin üzerindeki etkisini şu şekilde açıklamaktadır “Duygular öğrenmenin ‘Aç/Kapat’ düğmesidir”, der ve öğrencilerin kavrama yetenekleri ve enerjilerinin olumsuz duygulardan etkilenerek azaldığını belirtir. Yine duyguların bazen öğrenmeyi kolaylaştırıcı bir rol oynadığını bazen de tersine öğrenmeyi engellediğini savunur.
Bir eğitim modeli olarak duygusal zeka (Nelson and Low, 1977-2005), duygusal becerileri ve yetkinlikleri anlamayı kapsar. Bu modelde öğretmen kasıtlı örnekler yaratarak çocukların gelişimine yardımcı olur (Nelson vd, 2005).
Kendini güdüleme, düşüncelerine yön verme ve kavramayı geliştirmek kişinin öğrenmesine katkıda bulunacak duygusal zeka gereksinimleridir (George, 2000; Goleman, 1998; Mayer & Salovey,1997).
Sınıf, öğrencilerle yüz yüze olunan bir yerdir ve eğitimin temel hedeflerinden biri olan öğrenci davranışının geliştirilmesine burada çok önemli katkılar yapılır. Eğitim için birincil kaynaklar olan öğrenci, öğretmen, program, kaynaklar sınıfın içindedir. Eğitim yönetiminin kalitesi, büyük ölçüde sınıf yönetiminin kalitesine bağlıdır (Başar,1999).
Özellikle günümüz şartlarında, hedeflenen eğitimi verirken, öğrencilerin akademik ihtiyaçlarının yanı sıra duygusal ve sosyal ihtiyaçlarının da göz önünde bulundurulması gerekmektedir.
Öğrenme ortamında öğrencilerin öğretmenler, diğer öğrenciler, dersler ve kullanılan gereçler arasında sosyal ve duygusal ilişkiler kurması gerekmektedir. Sosyal çevrelerde başarılı ilişkilerin kurulabilmesi için duyguların hem farkına varılması hem de yönetilmesi ve yönlendirilmesi gerekmektedir. Ayrıca Brown (1999) duygusal zekanın diğer kişilerle ilişkileri geliştirmeyi sağlamanın yanısıra problem çözümü ve çatışmanın giderilmesinde çok önemli olduğunu belirtmektedir.
Öğretmenler, müfredat, kısıtlı zaman ve gerekli eğitimin verilmemesi nedenleri ile öğrencilerinin akademik ihtiyaçlarının yanı sıra sosyal/duygusal ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken büyük zorluklar yaşarlar. Tecrübeli tecrübesiz olsun her öğretmen sınıfında yaşanan gündelik sorunları çözümleyebilmek amacıyla yeni stratejiler geliştirebilmeli ya da bildiklerini uygulamaya koyabilmelidir.
Öğretmen, sadece problem çıktığı vakit değil, her zaman problem çözme becerilerini geliştirmelidir. Öğretmenin bu konuda vereceği en etkili kararlar yine onun hedeflerine ve varmak istediği sonuçlara bağlıdır. Bu yüzden başarılı bir öğretmen “durumu iyi değerlendirip uygun yaklaşımı geliştirebilen kişi” olarak tanımlanabilir. Kuşkusuz ki asıl olan öğrencilerin gerek kişisel ve gerekse akademik ihtiyaçlarının karşılanabilmesidir.
Öğrencilerin öğrenmeye karşı istekli, özgüvenli ve üretken olabildikleri başarılı bir sınıf yönetimi için öğretmenin ipuçlarını bilmesi ve uygulaması gerekir. Öyle ki, sınıf yönetiminde uygulanan hiçbir teknik her zaman geçerli ya da başarılı sonuçlar sağlamaz. Ancak, öğretmenlerin yeni tekniklere, uygulamalara, açık olabilmekle birlikte, elde olanları da uyarlamak, uygun zamanda uygun teknikle yaklaşmak, öğrencilere ulaşabilmenin yollarını aramak ve öğrenmeye açık bir sınıf ortamı yaratmak gibi sorumlulukları vardır. Bu sorumluluklar içerisinde başta gelenler; öğrencinin yaşı ve düzeyi ne olursa olsun hedefe tutunmak -yani öz-güvenli, nazik, başarma isteği ve eğilimi olan, yaratıcı, hem hayattaki hedefleri hem de sınıftaki hedefleri net olan öğrenciler yetiştirebilmektir.
Bu konularda başarıya ulaşabilmek için öğretmenin duygusal ve sosyal becerilerini uygun şekilde kullanabilmesi önem kazanmaktadır. Nelere dikkat edilebilir?
Öğretmenin kendisini öğrencinin yerine koyması öğrenciyi anlayabilmenin ve ona ulaşabilmenin en iyi yoludur. “Öğrenci ödevini yapmadığında ya da herhangi bir hatalı davranış sergilediğinde gerçekte ne anlatmak istiyor?” Böyle zamanlarda, olaylara öğrencinin bakış açısıyla yaklaşılabilindiği taktirde, huzursuzluk yaratan durum daha iyi anlaşılabilecektir. Bu bakımdan, empati öğretmenin özbilincini artırmakla birlikte gerginliğini de dağıtabilmesini ve değişik sorunlara daha yaratıcı çözümler getirebilmesini sağlar.
Sosyal becerilere sahip öğretmenlerin geniş bir insan çevresiyle ahenk içinde olmalarının, ayrıca ortak zemini bulma ve ilişki kurma konusunda ustaca davranmalarının nedeni de budur. Bu, topluluk içinde sürekli etkin oldukları anlamına gelmez. Önem taşıyan hiçbir şeyin tek başına yapılmadığı varsayımıyla hareket ettikleri anlamına gelir. Eylem zamanı geldiğinde, bu tür öğretmenlerin yerli yerinde duran bir iş ilişkileri ağı vardır. Ve giderek daha fazla işin uzak mesafeden -e-posta ya da telefonla- yapıldığı bir çağda ilişki kurmak, paradoksal olarak, her zamankinden daha önemli bir hal almaktadır.
Sosyal Bilinç becerisinin geliştirilmesi için; Empati, örgütsel bilinç becerileri üzerinde çalışılması gerekmektedir.
Özbilinç -kişinin kendi duygularını anlaması ve amacını açıkça bilmesi- tüm öğretmenlerin hedeflerine ulaşmak için ihtiyaç duydukları özyönetimi doğurur. Çünkü, ne hissettiğini bilmeyen bir kişinin o hisleri idare etmesi mümkün değildir. Coşku ve bir zorluğu yenme gibi olumlu duygular söz konusu olduğunda, genellikle bunun bir sakıncası yoktur. Ancak hiçbir öğretmen, hüsran ve hiddet yada kaygı ve panik gibi olumsuz duyguların denetimine girmenin yükünü kaldıramayabilir. Sonuç olarak o duygular, düşünen beynin yapılması gereken stratejik planlama yada çözüm bekleyen bir işe odaklanma yeteneğini yok eder (Goleman, Boyatzis ve McKee, 2003).
Özbilinçlerini geliştirebilmelerine yardımcı olmak amacıyla öğrenciler;
Duygularla ilgili sözcük dağarcıklarını geliştirmek, değişik yer ve zamanlarda yaşadıkları birtakım duyguların niteliklerini, sebep ve sonuçlarını belirlemek, güçlü ve zayıf yönlerini belirlemek; güçlü yanlarını pekiştirip, zayıf yönlerini geliştirmek, hayatlarındaki öncelikleri gözden geçirerek bu önceliklerin onlara neler hissettirdikleri ile ilgili düşünmek konularında teşvik edilmelidir (Akt. Beceren&Tuyan,2004, Kagan, 1999).
20-30 kişilik bir öğrenci gurubuyla çalışan bir öğretmen sınıfta her an bir disiplin sorunuyla karşılaşabilir. Böyle bir durumda, öğretmen olarak olumsuz duyguları kontrol altında tutmak ve böylece çıkabilecek her türlü sorunla baş edebilmek görevin bir parçasıdır. Öğretmen tarafından gerçekleşebilecek herhangi bir sert çıkış, yada bu tür duyguların tutum ve ifadeye yansıması durumu kolaylaştırmayacaktır (Reissman,1999).
Özyönetim becerisinin geliştirilmesi için; Özdenetim, Saydamlık, Uyumluluk, Başarma dürtüsü, İnisiyatif, İyimserlik, becerileri üzerinde çalışılması gerekmektedir.
Sınıf ortamında pozitif duyguların hakim olmasını isteyen bir öğretmen planına şarkı söylemek, serbest düşünce yazıları yazmak, sanatsal faaliyetler, dans gibi renkli aktiviteleri de dahil edebilir. Böylece, hem kendisi hem de öğrencileri öğrenmekten keyif alır. Öğretmenin derse kendinden bir şeyler katması onun kendi öz değerini artırmakla birlikte sınıf ortamındaki olası gerginliği (stress) de azaltır (Reissman, 1999).
İlişkileri beceriyle yönetmek, başkalarının duygularıyla baş etmek anlamına gelir. Bu ise, öğretmenlerin kendi duygularının farkında olup önderlik ettikleri insanlara empati ile uyum sağlamalarını gerektirir (Goleman, Boyatzis ve McKee, 2003).
Örneğin, öğretmen manipülasyon amaçlı biçimsiz davranışlarda bulunursa, öğrencilerin duygusal radarı bir sahtelik havası sezecek ve öğrenciler içgüdüsel olarak ona güvensizlik gösterecektir. O halde, ilişkileri iyi yönetme sanatı içtenlikle; yani gerçek hislerinden yola çıkarak davranmakla başlar. Öğretmen kendi vizyonuna ve değerlerine uyduğunda, olumlu duygulardan şaşmadığında ve kendini grubun duygularına ayarladığında, ilişki yönetimi becerileri ahenk yaratacak bir etkileşim kurmasını sağlar.
İlişki Yönetimi becerisinin geliştirilmesi için; esinleme, etkileme, başkalarını geliştirmek, değişim katalizörlüğü, çatışma yönetimi, ekip çalışması ve işbirliği, becerileri üzerinde çalışılması gerekmektedir.
Duygusal zekalı eğitim anlayışı gerek öğretmen, gerekse öğrenci bakımından uyumlu, kararlı, saydam, olumlu bir yaklaşımı da beraberinde getirir.
Ülkemizin sosyo-kültürel yapısı dikkate alındığında; yardımseverlik ve minnettarlık, gönül gözü ile görme, sevgi ve saygı, sezgilerin değeri, dostluk, hoşgörü, güven, işbirliği ve paylaşma, vicdanlı ve alçak gönüllü olma, zengin ve düzenli duygusal ve sosyal yaşam, var olanla yetinme, yakın ve sıcak ilişkiler gibi toplumsal ve bireysel düzeyde ciddi bir özlem duyulan değerlerine çıkaran ve yeniden yücelten duygusal ve sosyal becerilerin geliştirilmesi duygusal zeka) yaklaşımı, yeni yüzyılın insanını şekillendirecek özgün bir eğitim sisteminin oluşturulması ve eğitim örgütlerinin yönetimine yaratıcı vizyon getirmesi açısından ciddi bir alternatif yaklaşım olarak ortaya çıkmaktadır.
KAYNAKLAR
Başar, H. (1999). Sınıf Yönetimi, İstanbul: Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.
Brown, B.L. (1999). Emotional Intelligence: Keeping Your Job. Trends and Issues Alert No 9. ERIC Clearinghouse on Adult, Carrer, and Vocational Education.
Columbus, OH., Elias, M., vd.(1997). Educational Leadership,May, Vol. 54:15-19.
Friedman, A., Watts, D., Croston, J. ve Durkin, C. (2002). Evaluating online CPD using educational criteria derived from the experiential learning cycle. British Journal of Educational Technology. Vol. 33, 4. 367-378.
Fogarty, R. (1998). The Intelligence Friendly Classroom, It Just Makes Sense., Phi Delta Kappan, May, 79 (9), 655-657.
Goleman, D. (1996). Duygusal Zeka Neden IQ'dan Daha Önemlidir? Çeviren: Seçkin Yüksel, B., İstanbul: Varlık Yayınları.
Goleman, D., Boyatzis, R. ve McKee, A. (2003). Yeni Liderler, Çev. Nayır, F., Deniztekin, O., İstanbul: Varlık Yayınları.
Kagan, S. (2000). Emotional Intelligence & Character Development Course Workbook, San Clamente, CA, Kagan Publishing.
Kagan, S. (1999). Emotional Intelligence Smart Card KCL:TEI.
Karslı, M.D., Gündüz, H.B., Ural, A. (2000). “Eğitim Yönetiminde Duygusal Zekanın Önemi ve Duygusal Zeka Açısından Eğitim Yönetiminin Değerlendirilmesi” konulu bildiri, 9. Ulusal Eğitim Bilimleri Kongresi, 27-30 Eylül 2000, Erzurum.
LeDoux, J. (2006). Duygusal Beyin. Çeviren:Arıcan Uysal, İstanbul: Pegasus.
Mayer, J.D. ve Salovey, P. (1997). What is emotional intelligence? In P. Salovey &
D. Sluyter (Eds.), Emotional Development and emotional intelligence: Educational Implications. NY: Basic Books.
Morris, C. (2002). Psikolojiyi Anlamak, Çev: M. Sayıl, B. Ayvaşık. Ankara: Türk Psikologlar Derneği Yayınları No:23.
Özden, Y. (2005) Öğrenme ve Öğretme, Ankara: Pegem Yayıncılık.
Reissman, R. (1999). Emotional Intelligence, Mailbox Teacher, 28 (1), 34-37.Stern, R. (2002). Social and Emotional Learning: What is it? How can we use it to help our children? Available on-line: http://www.AboutOurKids.org
Tuyan S., Beceren E. (2004). Sınıf Yönetiminde Duygusal Zeka Becerilerinin Kullanılması Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi Cilt, Vol:2 Sayı No: 28 Güz.
Topses, G. (2003) Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Ankara: Nobel Yayıncılık.
www.eqi.org Erişim Tarihi: 11.01.2007 Duygusal Zeka Enstitüsü