26 Mart 2012 Pazartesi

Oyun Yaratıcılık İlişkisi

Oyun, çocukların doğasında vardır, ancak çoğunlukla yetişkinlerin çocukları yönlendirmesiyle ortaya çıkan davranış biçimleridir. Oyuncakların hiçbiri çocukların hayal güçlerini okuduğu kitaplar ya da sevdikleri insanlar tarafından anlatılan öykülerden daha fazla etkileyemez. Oyuncaklarıyla saatlerce konuşan çocuklar vardır. Küçük şeylerden kendilerine gizli bir dünya kurarlar; oyunlarını böldüğünüzde ise şaşırırlar.  Çocukların, oyun oynamalarına izin veren, onları teşvik eden birilerine ihtiyaçları olduğu kadar, bu oyunları oynayacak yere ve zamana da ihtiyaçları vardır. Odanın bir köşesi ya da masanın kenarı eğer aile izin verirse iyi bir oyun alanı olabilir. Çocuklar genelde geceleri de oyuncaklarıyla oynamak isterler, bu yüzden de boş bir yerin olması gereklidir.

Çocuklar aynı oyunu defalarca oynayabilirler. Her defasında da oyuncaklar, kullanılan dil ve konu pekişir. Yenilikler tükendikçe oyun gelişir ya da tamamen değişir. Singer’in (1998) aktarımıyla, Huizinga’nin insan topluluklarında oyunun önemini anlattığı “Homo Ludens” isimli kitabinin esin kaynağı olmuştur. Huizinga’nin yaratıcı tarihi, kültürel analizine göre, yetişkin insan davranışı, çocuk oyunlarının devamı ya da ilkel toplumlardaki dini tören ve efsanelerin gelişmiş halidir (Örneğin Noel ve Yeni Yıl kutlamaları vb.). Yine Huizinga’ya göre, toplumlarda etkili yaşamın temeli “oyun”dur; oyun, yetişkin toplumların rekabetinin ortaya çıkmasında etkilidir. Son dönemdeki oyun araştırmacıları, Huizinga’nin görüşünü de göz önüne alarak oyunların yetenek ve üstünlüğü ortaya çıkar.

Bilişsel duyusal teorilere göre, birçok oyun biçimi, hafif başkaldırı, yenilik ya da uyuşmazlık içerir. Kişinin kendisiyle ve diğerleriyle (ya da hayal oyunları, kendi kendini ya da diğerlerini sembolleştirme) ya da kendisi ve nesneyle olan iletişimi neşelenmesini sağlayan yenilikler, uyuşmazlıklar oluşturur. Bu tür iletişimler, oyunun belli kuralları içinde bilinçli ya da bilinçsiz olarak uyuşmazlığı indirgeyerek yumuşak bir başkaldırı haline dönüşebilir. Bu tür bir yaklaşım bize çocukların neden tekrar aynı oyunları oynadıklarını Freud”un “tekrar zorlama” teorisinden daha iyi açıklar. Piaget’e göre, ilk çocukluk döneminde oyun duyumotor oyun, sembolik ya da taklit oyun, kuralları olan oyun halini aldığında tehlikeli olur. Piaget oyunların duygusal etkisinden çok temel fonksiyonları üzerinde durur. Daha çok yetişkinlerin bilgisi, nedensellik ilişkisi ve ahlakinin kaynağı, epistemolojisi üzerinde durur. Duyusalmotor oyunlar, Viyanalı çocuk gelişimi araştırmacısı Karl Buhler’in de söylediği gibi eğlendirici”dir, bu da çocuğun çevresindeki içerikleri, tatları, kokuları algılamasını ve daha hızlı ve doğrudan hareket etmesini sağlar. Sembolik oyunlar aracılığıyla çocuk taklit etmeyi, yetişkinlerin konuşmasını, davranışlarını algılamayı sinirli ancak değişen hatırlama şemalarıyla öğrenir. Piaget’e göre, düşüncenin olgunlaşması, hareket anlamlarının tekrar tekrar biçimlenmesi gibi ardışık ve formal süreçlerle sınırlanmıştır. Gerçekliğin içsel bir şekilde ortaya çıktığını vurgulayan Piaget bu yüzyılın ilk yarısında etkili olan uyarım ve tepki psikolojisi ve 1960”larda ortaya çıkan bilişsel yaklaşım konusunda oldukça önemli bir yere sahiptir. Ancak Brian Sutton Smith ve Inge Bretherton gibi araştırmacılar, Piaget’in oyunların düşüncenin olgunlaşmasında ve düşüncede ki etkilerini (buna gündüz düşlerini, hayal kurmayı, sosyal ilişkilerde yaratıcı iletişim kurmayı ekleyebiliriz) azaltmaya  çalıştığını gösterdiler. Piaget, taklit oyunlarını “dünyadan uzaklaşarak kişinin egosuna yönelmesi” olarak tanımlamaktadır ve çocuğun gelişmesinde hiçbir önemi olmadığını söylemektedir. Piaget, sembolik oyunların dört yaşından sonra ortaya çıktığını ve bu yüzden yeni şeyler keşfetmek için etkili olduğuna dikkat çeker. Çocuk doğal ve sosyal dünyaya daha kolay adapte olurken sembolik çarpıklıklar ve ayrımlarda bu adaptasyon görülmez çünkü dış dünyayı egosuna yöneltmek yerine egosuyla gerçekliğe yönelir. Piaget’in vurguladığı, Bruner’ın “paradigmatic” düşünce tanımında, Piaget’in öyküsel düşünceyi kabul etmeyerek belirli çocuk örnekleri üzerinde durmasının ne kadar sınırlı olduğunu görülmektedir. Birçok çocuğun geçmişini araştırıldığında okul yıllarındaki oyunlarını ve bunların daha sonra yetişkinlikte kurduğu arkadaşlıkların etkileri görülmüştür. Daha sonra Monopol gibi kuralları olan oyunlarda bile, yetişkinlerin yaşamına duyulan ilgi ve onlara taklit ortaya çıkabilir. Gerçekliğin yeniden biçimlenmesi, Piaget’in vurguladığı epistemoloji şemalarında görülen çevreye ayak uydurma kadar insan düşüncesinin gereksinimidir (Singer, 1998:27-92).

Çocuklar tek başına ya da diğerleriyle birlikte oynarken oyunun biçimi ve düzeni içeriğe göre değişir. Çocuğun gelişimindeki her dönemde tek başına oynadığı oyunları ve sosyal oyunları tanıyabiliriz. Duyusalmotor dönemde bebekler ve çocuklar zamanlarının büyük çoğunluğunu tek başlarına ya da bakıcılarıyla oyun oynayarak geçirir. Çocuk, yerde emekleyerek, gördüğü nesnelere dokunarak, ısırarak tek başına yeni şeyler keşfeder ve gözüne takılan renkli nesnelerle oynar. Ancak, kardeşiyle ya da ebeveynleriyle oyun oynamayı ya da oyunlara katılmayı buna tercih eder. Böylece oyun daha eğleneli hale gelir ve oyunda yer alan diğer kişi, karmaşık bir oyuncağı anlatma, taklit etme ya da eş almak için vardır. Çocuk diğerleriyle oynamaya başladığında diğer çocuğun oyuncağını ya da annesinin kitabini almaya çalışır, ancak iki yaşın altındaki çocukların kendi oyun dünyaları içindedir. Bu tek başına oynanan oyunlar daha sonra (yaklaşık oniki onüç aylıkken ortaya çıkar) oyuncağına yemek yedirme, sesler çıkararak arabayı yürütme, yerde emekleyerek köpek ya da kedi taklidi yapma, oyuncak ayıyı uyutma gibi basit taklit oyunlarına dönüşebilir. İki çocuk bir araya geldiğinde, basit kelimeleri değiştirecek ya da bazı kişileri taklit ederek satıcı, anne, baba, kovboy ya da itfaiyeci  ancak oyunda yer alan diğer kişinin rolünü anlamadan ve fark etmeden basit taklit oyunları oynar. Çocuk büyüdükçe, üç yaşına geldiğinde sosyal taklit oyunları başlar, dört ve beş yaşında da en yüksek düzeye ulaşır. Evde topluluk içinde öğretmenlerin ya da bakıcıların sağladığı sosyal iletişimi sağlayacak sürekli birisi olmadığı için durum değişir. Bazı dil yetenekleri çocuğun sosyal oyunlarda diğerlerine göre daha erken yer almasını sağlar. Dil, sosyal taklit oyunlarını belirler, yaratıcı ve sürekli hale getirir. Çocuğun ilk dönemlerinde yer alan sosyal oyunlar (on üç ya da yirmi dört aylık) birbirini tamamlayıcı sosyal iletişimlerle belirlenir. Çocuklar, koşma, saklambaç ya da oyuncak alıp verme gibi davranışlarla rolleri değişebilir. Dil kadar önemli olan diğer bir etken de çocuğun olayların sırasını ve mantıksal düzenini anlamasıdır. Son çocukluk döneminde (yirmibeş otuzaltı ay), sosyal oyunlar, sosyal taklit oyunlarına dönüşebilir ve bu tür oyunların içinde yaratıcılık ortaya çıkar (Singer, 1998:102-103).

Yaratıcılığın gelişmesinde kritik bir yeri olduğu öne sürülse de her yeni yaşam planı, kitap okuma, televizyon izleme, acı ve ölümü unutturan olaylar yaratıcılığın gelişmesinde etkilidir (Singer, 1998:59). Anne baba olmayan kişilerin bile oyuncak seçiminde bilinçli şekilde ayırım yaptıklarını (kız çocuk için oyuncak bebek, erkek için top) ve davranışlarının çocuğun cinsiyetine göre değiştiğini (kız çocuklara daha fazla gülümseme, erkek çocukları motor davranışları yerine getirmeleri için teşvik) gösteriyor. Bebeklerin pasif davranışları annelerin gülümsemesi ve oyuncaklarla oynama ile belirlenmektedir. Daha fazla ses çıkaran bebekler gücü simgeleyen oyuncaklarla oynamayı isterler. Cinsiyetten çok bebeğin davranışlarının oyuncak seçimine ve davranış farklılıklarına göre değiştiğidir. Bebeğin davranışı, cinsiyet ayrımını temel alan yetişkin davranışından çok yetişkinlerin davranışlarını ayırt etmede önemlidir. Bazen çocukların oyunlarında belirli farklılıklar görülmektedir. Genel olarak erkek çocuklar oyunlarında daha hareketlidir. Kız çocuklar daha sakin ve duygusal oyunları seçerken erkekler macera, cesaret, karmaşa içeren oyunları tercih ederler. Jolf, Rygh ve Altshuler yaptıkları çalışmalarda cinsiyet farkı ile ilgili ilginç sonuçlar elde etmişlerdir. Kız çocukları duygularını ifade etmede daha rahatlar: Öykülerinde daha çok duygularını ve olayların psikolojik yönünü ele alırlar. Üç yaşındaki kız ve erkek çocukların öykülerindeki karakterleri hareketli (olayda aktif olan) ve duygusal (duyguları kontrol etme) karakterleri tanımladıklarının farkında olsalar da kız çocukların duygularını ifade etmede ve planlama ve meraki içeren ifadelerde daha rahat olduklarını gözlemlemişlerdir. Araştırmacılar yalnızca vahşi orman sahnesi içeren bir oyunda farklı bir durum gözlemlemişlerdir.

Sevgiler,

Gülçin KARADENİZ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder