Öğrenmenin hangi koşullar altında oluşacağını ya da
oluşamayacağını, öğrenme kuramları betimlemekte ve açıklamadadır. Bazı
psikologlar ve eğitimciler öğrenme kuramlarını iki ana grupta toplamaktadırlar.
Bunlar öğrenmeyi, uyarıcı ve tepki arasında kurulan bağla açıklamaya çalışan davranışçı-çağrışımsal
kuramlar ve bireyin çevresi hakkındaki bilişleriyle ve bu bilişlerin onun
davranışlarını etkileme yollarıyla ilgilenen bilişsel alan kuramlarıdır.
Davranışçı-çağrışım kuramları olarak “Povlov’un Klasik
Koşulama”, “Watson ve Guthrie’nin Bitişiklik Kuramları”, “Thorndike’ın Bağ
Kuramı” “Skınner’ın Edimsel Koşulama Kuramı” ve “Hull’un Sistematik Davranış
Kuramı” açıklanmıştı.
Öğrenme kuramlarının her biri farklı bir öğrenme türünü en
iyi açıkladığından hiçbir öğrenme kuramı bütün öğrenme türlerini ve öğrenmeye
ilişkin tüm sorunları açıklamaya ve çözmeye yeterli değildir.Bu nedenle progam
geliştirme çalışmaları ve öğretim süreci, öğrenme türüne öğrencilerin
özelliklerine ve öğrenilen bilginin türüne, öğrencilerin özelliklerine ve
öğrenilen bilginin türüne göre her kuram grubundaki ilkelerden yararlanmak
durumundadır.
Bu çalışmada Öğrenme kuramlarından“Povlov’un
Klasik Koşulama”, “Watson ve Guthrie’nin Bitişiklik Kuramları”,
“Thorndike’ın Bağlaşımlık Kuramı” üzerinde durulacaktır.
KLASİK KOŞULLANMA: Pavlov (1849-1936)
Pavlov 1849'da Rusya 'da doğdu; 1936 yılında
öldü. Yaşamının büyük bir bölümünü fizyoloji alanında çalışarak geçirdi. 1904
yılında, sindirim fizyolojisi alanındaki çalışmalarıyla Nobel ödülü aldı.
Pavlov klasik koşullama ile ilgili çalışmalarına 50 yaşından sonra başladı
Köpeklerde mide ve tükürük salgılarını çalışması sırasında;
köpeğin henüz eti görmeden deneyi yapan kişinin ayak seslerini duyduğunda da
aynı güçte salya salgılaması Pavlov’un dikkatini çekmiştir. Bu olaydan sonra
Pavlov psişik refleks yada koşullu refleks adını verdiği bu tepkiyi
sistematik olarak incelemiştir.
Koşullama Süreci
Pavlov deneyini sıkı bir şekilde kontrol ettiği laboratuvar
ortamında yapmıştır. Köpeği tükürük bezi kanalına ameliyatla bir tüp bağlamış
ve ses geçirmez bir deney hücresine koymuştur. Pavlov önce
metronomla ses vermiş, köpek bu uyarıcıya sadece başını çevirmiş, kulaklarını
dikmiştir. Sesi verdikten hemen sonra et tozu içeren bir eriyik
vermiştir. Ses ile eti birkaç kez ard arda verdikten sonra, sesi tek
başına verdiği durumda da salya tepkisinin meydana geldiğini görmüştür. Bu
olayda et, koşulsuz yani doğal uyarıcıdır. Koşulsuz uyarıcı organizma
için doğal olan ve tepkiyi otomatik olarak meydana getiren uyarıcıdır. Etin
meydana getirdiği salya ise koşulsuz yani doğal tepkidir. Koşulsıız tepki, koşulsuz
uyarıcının organizmada meydana getirdiği doğal ve otomatik tepkidir. Ses,
henüz et ile ilişkilendirilmeden önce, köpek için bir nötr uyarıcıdır. Ses,
bir süre sonra et ile birlikte verilip ete gösterilen tepkinin sese de
gösterilmesi sağlandıktan sonra, diğer bir deyişle, etin meydana getirdiği
etki, ses tarafından paylaşıldıktan sonra; koşullu uyarıcı haline gelir.
Başlangıçta nötr bir uyarıcı iken, koşulsuz uyarıcı ile birlikte verilerek
koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etkiyi paylaşması sağlandıktan sonra tek
başına verildiğinde de organizmada doğal ve otomatik tepkiyi oluşturan
uyarıcıya koşullu uyarıcı denir. Köpeğe tek başına ses veri1diğinde,
meydana gelen salya salgılama tepkisi koşullu tepkidir. Koşullu tepki;
sadece koşullu uyarıcının meydana getirdiği doğal, otomatik tepkidir.
Koşulama süreci aşağıdaki gibi özetlenebilir:
Koşulsuz uyarıcı ___________Koşulsuz tepki
(et)
(salya)
Nötr uyarıcı= zil
hemen
Koşullu uyarıcı_______________Koşulsuz uyarıcı
_____________Koşulsuz tepki
(zil) arkasından
(et)
(salya)
Koşullu uyarıcı __________Koşullu tepki
(zil)
(salya)
KOŞULLAMA İLKELERİ
Koşullamanın meydana gelmesi ya da önlenmesinde, koşullama
sürecinde bazı ilkelere dikkat etmek gerekmektedir. Bunlar, bitişiklik- bilgilendiricilik,
pekiştirme, sönme, genelleme ve ayırt etme gibi ilkelerdir.
Bitişiklik
Koşulama sürecinde, koşullu ve koşulsuz uyarıcıların
verilme zamanının birbirine yakın olması önem taşımaktadır. Genel olarak,
koşullu uyarıcı , koşulsuz uyarıcıdan yarım saniyelik bir süre önce
verildiğinde en etkili koşullamanın oluştuğu ileri sürülmektedir. Koşullu
ve koşulsuz uyarıcıların ard arda verilmesi durumuna bitişiklik adı
verilmektedir.
Habercilik
Koşulama sürecinde, koşullu ve koşulsuz uyarıcının ne kadar
ara ile verilmesine ek olarak koşullu uyarıcının geldiğini ya da sonlandığını
haber verici nitelikte sunulması da gereklidir. Rescorla, önce koşullu uyarıcı
sonra koşulsuz uyarıcı verildiğinde bunu ileriye doğru koşulama ya da olumlu
habercilik olarak adlandırır. Çünkü elektrik şoku deneyinde, ses
hayvana elektrik şokunun geldiğini haber vermekte, hayvanda bundan kurtulmak
için engeli daha hızlı atlamaktadır. Koşulsuz uyarıcı uyarıcı önce, kosullsuz
uyarıcı sonra verildiğinde ise geriye koşullama ya da olumsuz
habercilik adı verilmektedir. Hayvan önce elektrik şokunu alıp arkasından
sesi duyduğunda, ses şokun bitmekte olduğunu haber vermektedir. Bu nedenle
engeli atlama tepkisi azalmaktadır.
Pekiştirme
Koşullamanın bir başka ilkesi de pekiştirmedir. Klasik
koşullamada pekiştirme, koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etkidir.
Koşulsuz uyarıcı pekiştireç rolü görmektedir Pavlov, koşulsuz tepkiyi(salya)
meydana getiren koşulsuz uyarıcıya(et) birincil pekiştireç: koşullu
tepkiyi(salya) meydana getiren koşullu uyarıcıya(ses) da ikincil pekiştireç
adını vermektedir.Klasik koşullamada pekiştireç tepkiye bağlı olarak verilmez.
Tepkinin meydana gelmesinden önce sunulur ve tepkiyi doğuran uyarıcıdır.
Sönme
Koşullu uyarıcının tek başına koşullu tepkiyi
oluşturamamasına sönme denir. Yani koşullu uyarıcı olan sesi, birincil
pekiştireç (aynı zamanda koşulsuz uyarıcı) olan et izlemediği taktirde bir
müddet sonra salya miktarı azalmakta ve yok olmaktadır. Hayvan bir müddet
dinlendikten sonra tekrar koşullu uyarıcı(ses) tek başına verildiğinde, gecici
olarak koşullu tepkinin (salya) meydana geldiğini görürüz. Buna kendiliğinden
geri gelme denir.
Genelleme
Koşullamada bir diğer ilke de genellemedir. Organizmanın
koşullu uyarıcıya benzer diğer uyarıcılara da aynı tepkide bulunma eğilimine genelleme
denir. Genellemenin meydana gelmesinde verilen uyarıcının önceki koşullu
uyarıcıya benzerliği önemidir.
Ayırt etme
Genellemenin tersi ayırt etmedir Organizmanın koşullama
sürecinde kullanılan koşullu uyarıcıyı diğerlerinden ayırt ederek tepkide
bulunma eğilimine ayırt etme denir. Yani koşullu tepkinin tek bir
koşullu uyarıcıya karşı meydana gelmesidir.
Birden Fazla Uyarıcıyı Koşullama
Koşullu uyarıcı(ses) ve koşulsuz uyarıcı(et) birçok kez
birlikte verilerek koşulsuz uyarıcının meydana getirdiği etkiyi koşullu
uyarıcının da oluşturması sağlanır Yani tek başına ses verildiğinde de köpek
salya salgılar ha1e gelir. Bundan sonra ikinci bir koşullu uyarıcı koşullama
sürecine sokulabilir. Örneğin; ışık(ikinci koşullu uyarıcı) önce, ses (birinci
koşullu uyarıcı) sonra olmak koşuluyla birkaç kez ikisi birlikte verildiğinde,
daha sonra tek başına ışığın da salya tepkisi meydana getirdiği gözlenmektedir
Gölgeleme
İki koşullu uyarıcı birlikte verildiğinde, koşullama daha
çok dikkati çeken koşullu uyarıcıya karşı meydana gelmekte, diğeri ise etkisiz
kalmaktadır. Bu duruma gölgeleme adı verilir. Örneğin; ışık ve şiddetli
gürültü birlikte koşullu uyarıcı olarak kul1anıldığında, koşullamanın şiddetli
gürültüye karşı meydana geldiği, hayvanın zayıf olan uyarıcıya tepkide
bulunmadığı gözlemektedir.
Öğrenilmiş Çaresizlik
Seligman, bazı klasik koşullama deneylerini analiz etmiş ve
klasik koşullama deneylerinde organizmanın çaresiz olduğunu ve çaresizliği
öğrendiğini ileri sürmüştür. Seligman ve Maier yaptıkları deneylerinde
köpeklerin, ne yaparlarsa yapsınlar şoktan kurtulmaları mümkün değilse
çaresizliği öğrendiklerini ve bunu da tüm istenmeyen durumlara genellediklerini
gözlemlemişlerdir. Diğer bir deyişle, organizma ne kadar çaba harcarsa harcasın
durumu değiştirmeyeceğini öğrenerek pasif kalmakta ve bu pasifliği de tüm
istenmeyen durumlara genellemektedir.
KLASİK KOŞULLAMANIN EĞİTİM AÇISINDAN DOĞURGULARI
Klasik koşulama ilkelerinin, sınıfta öğretme öğrenme
ortamında kullanılmasının sınırlı olduğu ileri sürülmekle birlikte, duyuşsal ve
duygusal özelliklerin kazandırılmasında önemli rol oynamaktadır.Öğrencilerin
duyuşsal ve duygusal özelliklerinin olumlu hale getirilebilmesi için
öğretmenler öncelikle çocukların özelliklerini ve özel ihtiyaçlarını tanımalı,
onlara karşı duyarlı olmalıdır. Çocukların akademik özgüvenlerini olumlu hale
getirmek için onları öğrenilmiş çaresizlikten kurtarıp, başardıklarını
göstermek başarıyı tatmalarını sağlamak, klasik koşullama ilkelerinin işe
koşulduğu önemli bir durumdur.
Povlov’un klasik koşulama ilkeri ne yazık ki eğitimden çok
beyin yıkama durumlarında davranış değiştirmek ve reklamcılıkta ürün artışını
artırmak üzere daha etkili olarak kullanılmaktadır.
BİTİŞİKLİK KURAMLARI
WATSON'IN ÖĞRENMEY'E İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ
Watson bilincin yapısını inceleyen yapısalcı kurama karşı
çıkmıştır.Bilimsel olabilmek için psikolojinin güvenilir bir şekilde
ölçülebilen, gözlenebilen bir birim üstünde çalışması gerektiğini
savunmuştur.Watson’a göre psikologlar, temel olarak davranışla ve davranışın
yaşantı yoluyla nasıl değiştirileceği ile ilgilenmelidirler.
Watson, Pavlovun koşullu refleksle ilgili görüşlerini
kendine uygun bir model olarak almıştır. Klasik koşullamayı, insanın refleksif
olmayan karmaşık davranışlarının öğretilmesinde de kullanabilecek temel bir
yapı olarak görmüştür. Watson, eğer bir köpek koşullanabiliyorsa bir
bebeğin de koşullanabileceğini ileri sürmüş ve bu öneriyi, arkadaşı Rayner ile
Albert isimli onbir aylık bir bebeğe koşullama yoluyla korku tepkisi
kazandırarak test etmişlerdir. Bu deneyde Albert beyaz fare (nötr
uyarıcı) ile ilgilenirken başının arkasında çekiç ve örs ile çok yüksek
bir ses (koşulsuz uyarıcı) meydana getirilmiştir. Albert korkmuş ve ağlamaya
(koşulsuz tepki) başlamıştır. Birkaç gün, Albert fareyi gördüğünde yüksek sesle
korkutulmuştur. Bir başka deyişle koşullu uyarıcı olan fareyle korkuyu yaratan
koşulsuz uyarıcı olan yüksek ses birlikte verilerek, bebeğin fare ile yüksek
ses arasında ilişki kurması sağlanmış; çocuğun yüksek sese doyduğu korku,
fareye de geçmiştir. Sonuç olarak, çocuk, yüksek ses olmadan da fareyi (koşulu
uyarıcı) gördüğünde korkmaya (koşullu tepki) başlamıştır. Daha sonra Albert,
uyarıcı genellemesi nedeniyle beyaz fareye benzeyen her şeyden korkar hale
gelmiştir. Örneğin, annesinin giysisindeki kürk yakadan, dedesinin sakalından,
beyaz tavşandan vb. korkmuştur. Ona göre eğer korku öğrenilmişse bunun
yok edilmesi ya da öğrenilmemesini sağlamak da mümkün olmalıdır.
Watson, yürüme, konuşma koşma gibi karmaşık becerilerimizin
hep uyarıcı davranım arasında bağ kurma yoluyla öğrenilmiş davranışlar olduğunu
ve bütün davranışların klasik koşullama yoluyla öğretilebileceğini savunmuştur.
Hatta düşünmenin bile bu süreç yoluyla analiz edilebileceğini ileri sürmüştür.
Watson, 'bana bir düzine sağlıklı çocuk verin, gelişigüzel seçtiğim her bir
çocuğu kendi seçtiğim herhangi bir alanda -doktor, sanatçı, hakim- uzman
yapacağıma garanti ederim. Hatta dilenci ve hırsız bile yaparım, yetenekleri ve
becerileri ne olursa olsun."
En Son ve En Sık İlkesi
Watson, öğrenmede pekiştirme ya da ödüllendirmeden söz
etmemiştir. Watson'a göre bir uyarıcıya verilecek tepki, o uyarıcıya karşı en
son yapılmış ve en sık tekrarlanmış tepkidir. Bu ilkeye "en son ve en
sık tepki ilkesi" adı verilmektedir. Örneğin, okulda matematik
problemi çözmekten zevk almayan bir öğrenci, karşılaştığı benzer bir başka
matematik problemini de çözmekten hoşlanmamaktadır.
WATSON’IN ÖĞRENMEYE İLŞKİN GÖRÜŞLERİNİN EĞİTİM AÇISINDAN
DOĞURGULARI
Watson, Pavlov'un kuramını ABD'de tanıtmakla birlikte,
kendisi tüm ilkelerini kabul etmemiştir. Örneğin; koşullamanın pekiştirmeye
bağlı olmadığına inanmaktadır. Watson' a göre öğrenme koşullu ve koşulsuz
uyarıcıların birbirlerine çok yakın zamanlarda verildiğinde meydana
gelmektedir. Koşullama, pekiştirici uyarıcı olan koşulsuz uyarıcı önce, koşullu
uyarıcı sonra verildiği zaman meydana gelmemekte, ancak, koşullu uyarıcı
önce, koşulsuz uyarıcı hemen sonra verildiğinde oluşmaktadır. Ayrıca bu
uyarıcılar ne kadar sık birlikte verilirse, aralarındaki ilişki de o kadar
güçlenmektedir. Sonuç olarak Watson öğrenmede, sadece bitişiklik ve sıklık
ilkelerini kabul etmekte, pekiştirmenin gereğine inanmamaktadır.Watson’ın
eğitime getirdiği katkı ise eğitimin nesnel bir bilim dalı olarak gelişmesinde
uyarıcı olmuştur.
GUTHRIE'NIN ÖGRENMEYE İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ
Koşullamada bitişikliğin önemli olduğunu vurgulayan
Guthrie'nin sistemi bazı bakımlardan doğal olarak Pavlov ve Thorndike'in
sistemlerini izlemekle birlikte bazı bakımlardan farklılık
göstermektedir. Guthrie, öğrenmenin tek bir ilke ile açıklanabileceğini
savunmaktadır. Ona göre, bu tek yasa bitişikliktir.
Öğrenmenin Tek Yasası
Guthrie öğrenmenin tek yasasının bitişiklik olduğunu ifade
etmiştir Guthrie'ye göre, bir uyarıcıya karşı yapılan tepkinin daha sonra aynı
uyarıcıyla karşılaşıldığında da gösterilme eğilimi vardır. Bir başka değişle
Guthrie'nin bitişikliği uyarıcı-tepki bitişikliğidir Bir kişi belli koşullar
altında yaptığı bir davranışı, bir başka zaman aynı koşullarla karşılaştığında
da gösterme eğilimindedir. Guthrie, bitişiklik yasasının
doğru olduğunu açıklamakla birlikte, davranışı yordamada her zaman
olasılıklı konuşmak gerektiğini vurgulamıştır. Çünkü daima, organizmayı,
etkileyen birçok uyarıcılar, ya da uyarıcı örüntüleri olacaktır. Bu durumda,
belli bir uyarıcı ya da uyarıcı örüntüsünün sonuç olan davranışı oluşturduğunu
kesin bir şekilde söylemek de mümkün değildir. Davranışı kesin olarak meydana
getiren uyarıcı örüntüsünü tam olarak kestiremeyeceğimiz için, hangi uyarıcının
hangi tepkiyi meydana getirdiği konusunda olasılıklar çerçevesinde açıklama
yapılabileceğini belirtmiştir
Öğrenmede Tek Deneme
Guthier, bir öğrenme ilkesi olarak sıklık yasasını tamamen
reddetmektedir. Guthrie'ye göre öğrenme, uyarıcı örüntüsü ile tepki arasındaki
bir eşleşmeden sonra tamamlanır; yapılan tekrarlar bağın gücünü artırmaz.
Sonunculuk İlkesi
Sonunculuk ilkesi, belli bir uyarıcı örüntüsüne karşı
yapılan sonuncu tepkinin, aynı uyarıcı örüntüsü ile karşılaşıldığında tekrar
gösterilmesi eğilimidir
Hareket Üreten Uyarıcı
Guthrie, yaşamı boyunca öğrenmede bitişiklik yasasına
inancını kanıtlamaya çalıştıysa da, öğrenilen bağın sadece çevresel
uyarıcılarla, görülen tepkiler arasında olduğunu düşünmenin yanıltıcı
olabileceğini söylemiştir. Örneğin, bazen herhangi bir uyarıcıya karşı
yapılacak tepki uzunca bir aradan sonra meydana gelmektedir. Telefonun
çalmasıyla telefona cevap verme arasında büyükçe bir zaman dilimi ve bu dilimde
de yapılan birçok hareket vardır. Bu durumda uyarıcı ve tepkiyi bitişik olarak
algılamak zordur. Guthrie bu problemi "hareket üreten uyarıcı"
önermesiyle çözmüştür. Bu önermeye göre bu uyarıcılar vücudun hareketleriyle
oluşmaktadır. Örneğin; bir ses duyup başımızı çevirdiğinizde kaslar, lifler,
eklemler uyarıcı üretirler. Bu uyarıcıların, hareketi başlatan dışsal
uyarıcılarla hiçbir ilgisi yoktur Guthrie tüm öğrenmeleri uyarıcı-tepki
bitişikliğiyle açıklandığına göre, hangi tepkileri kazandıracağımızı
belirlememiz gerekir ki bu tepkileri doğuracak uyarıcıları düzenleyebilelim.
GUTHRIE'NIN EĞİTİM AÇISINDAN DOĞURGULARI
Guthrie’nin öğrenme kuramında organizmanın güdülenme durumu
önemli bir yer tutmaz. Dürtü, yeme içme gb. belirli bir tamamlanmış tepkiyi
oluşturan uyarıcı-tepki sıralaması için önemlidir.Guthrie’ye göre pekiştirme,
uyarıcı ve tepki arasındaki bağın gücünü artırmaz. Ancak pekiştirme uyarıcı
koşullarını değiştirerek öğrenmeyi ya da öğrenilen bağın yok olmasını engeller.
Guthrie’ye göre, cezanın cezalandırılan davranışa
alternatif bir davranış meydana getirmesi, cezalandırılan davranışı doğuran
uyarıcının bulunduğu bir durumda verilmesi gerekir. Böylece, eski uyarıcı ve
istenmeyen tepki bitişikliği yerine yeni uyarıcı ve istenen tepki bitişikliği
sağlanabilir. Cezanın acı verici olması değil, organizmaya yeni davranışı
yaptırması önemlidir.
Guthrie, yeni çağrışımlar yaratarak kötü alışkanlıkların
yok edilmesi için üç tür teknik önermiştir. Bunlar; eşik yöntemi, bıktırma
yöntemi ve zıt tepki yöntemidir.
Guthrie’ye göre öğrenme bir tek denemede oluşmaktadır.
Ancak bir davranışı meydana getiren birçok uyarıcı-tepki bağının oluşması için
birçok denemeye ihtiyaç vardır.
Öğrenci yaptığını öğrenir. O halde öğretme-öğrenme
ortamında, yaparak yaşayarak öğrenme önem taşımaktadır. Okul, mümkün oldukça
gerçek yaşamın bir temsilcisi olmalıdır.
BAĞLAŞIMCILIK
Thorndike, ilk yazılarında, öğrenmenin temelinin, duyusal
uyarıcılar(sense impressions) ile harekete geçiriciler arasında kurulan bir bağ
olduğunu kabul etmektedir, Alışkanlıkların meydana gelmesini ya da yok olmasını
bu duyusal uyarıcılar ile tepkiler arasındaki bağların güçlenmesine ya da
zayıflamasına bağladığından Thorndike'in kuramı "bağ" psikolojisi ya
da "bağlaşımcılık" olarak adlandırılmaktadır. Thorndike, gerçek
anlamda ilk uyarıcı-tepki psikoloğudur.
THORNDIKE'IN ÖGRENMEYE ilişKiN
TEMEL GÖRÜŞLERi
Bağlaşımcılık, seçme ve bağlama(deneme-yanılma), öğrenmenin
küçük adımlarla oluşması ilkeleri üzerinde
durulmuştur.
1. Bağlaşımcılık
Thorndike çağrışımı, duyusal uyarıcılar ile harekete
geçiriciler arasında kurulan bir bağla açıklamaktadır. Thorndike'in bu görüşü,
duyusal olayları davranışla ilişkilendirmede ilk formal çabanın işaretidir.
Bağlaşımcılığın ilk temsilcileri fikirlerin birlikte nasıl ilişkilendiği
üstünde durmuşlardır. Ancak, Thorndike'in yaklaşımı çok farklıdır ve ilk modern
öğrenme kuramı olarak düşünülebilir. Thorndike'in ilgisi, sadece
uyarıcı koşullar ve davranış eğilimleri değil, aynı zamanda uyarıcı ve tepkiyi
birlikte tutan şeyin ne olduğunu açıklamaktadır. Thorndike uyarıcı ve tepkinin
sinirsel bir bağla bağlandığına inanmaktadır. Bağlaşım, uyarıcı ve
tepki arasında sinirsel bağın kurulmasına işaret etmektedir..
2. Seçme ve Bağlama
Thorndike'a göre öğrenmenin en temel formu deneme-yanılama
öğrenmesidir. Thorndike bunu daha sonra seçme ve bağlama yoluyla öğrenme olarak
adlandırmıştır. Öğrenici olan organizma (insan ya da hayvan), kafesten kaçma,
bir yiyeceğe ulaşma, para kazanma gibi çeşitli amaçlara ulaşmak zorunda
olduğu problemli bir durumla karşılaştırılır. Bu durumda, organizma amacına ulaşmak
için pek çok davranış yapar.Bunlardan bazıları amacına ulaşmasına yardım eder
bazıları ise onu amacına götürmez. Öğrenci daha sonra aynı uyarıcı koşullarla
kendisini amaca ulaştıran tepkileri seçer, amacına götürmeyen, başarısız olan
tepkileri eler.
3. Öğrenme Küçük Adımlarla Oluşur
Thorndike, problemi çözme süresi, ardışık denemeleri
sonucunda yavaş yavaş kısaldığından öğrenmenin birdenbire içgörüsel bir şekilde
değil yavaş yavaş oluştuğuna karar vermiştir. Thorndik’e göre öğrenme, büyük
atlamalardan çok, küçük sistemli adımlarla meydana gelir.
Ayrıca, Thorndike' a göre öğrenme, doğrudandır ve düşünme
ya da usa vurma yoluyla yönlendirilemez. Kendi içinde bulunduğu durumu
tamamıyla gözden geçirmemektedir. İlişkileri algılayıp, karşılaştırmalar ve
yorumlar yaparak sonuca oluşmaya çalışmaz. Çok daha az düşünerek ne yapacağına
karar verir.Thorndike, öğrenmede usa vurmayı reddetmektedir. Ona göre,
öğrenmede doğrudan seçme ve bağlaşım vardır.
THORNDIKE' IN ÖĞRENME KURAMININ TEMEL KANUNLARI
Thorndike'ın, öğrenme ile ilgili üç temel kanunu vardır.
Bunlar: 1.Hazırbulunuşluk 2.Tekrar 3.Etki kanunlarıdır. Bu kanunların içinde
psikolojiye en çok katkıda bulunanı ise etki kanunudur.
1. Hazırbulunuşluk Kanunu
Thorndike, hazırbulunuşluk kanununu üç bölüm halinde
açıklamıştır.
a . Bir kişi, etkinlik göstermeye hazır ise, etkinliği
yapması da mutluluk verir.
b. Bir kişi, etkinliği göstermeye hazır fakat, etkinliği
yapmasına izin verilmese, bu durum bireyde kızgınlık yaratır.
c. Bir kişi, etkinliği yapmaya hazır değil ve etkinliği
yapmaya zorlanırsa kızgınlık duyar
2. Tekrar Kanunu
Thorndike tekrar ve etki yasalarını 1930’dan önce farklı
bir şekilde açıklarken 1930'dan sonra geliştirerek değiştirmiştir. 1930’dan
önce tekrar kanunu iki bölümden oluşmaktadır. Bunlar:
a. Uyarıcı ve tepki
arasındaki bağ kullanıldıkça güçlenir. Tekrar yasasının bu bölümü kullanma yasası
olarak adı verilir.
b. Tekrar devam
etmediğinde, ya da sinirsel bağ kullanılmadığında uyarıcı durumlar ve
tepkiler arasında bağlaşımlar zayıflar tekrar yasasının bu
bölümüne de kullanılmama yasası adı verilir
3. Etki Kanunu
Etki yasası Thorndike'in kuramını, bağın gücünü sadece
"uyarıcı ve tepkinin meydana gelme sıklığı" ya da "bitişikliği"nin
belirlediğini savunan geleneksel çağrışım kuramlarından farklı yapmıştır, Thorndike,
hem sıklık hem de bitişiklik yaslarını kabul etmekle birlikte, daha ileri
giderek, uyarıcı ve tepki arasındaki bağın güçlenmesinde tepkinin doğurduğu
sonuçların önemli olduğunu söylemiştir. Thorndike 1930'dan
sonra, daha önce önerdiği etki kanunu'nun yarı yarıya doğru olduğunu
belirlemiştir. Bu durumda, uyarıcıya karşı yapılan tepki, haz verici bir
durum yaratırsa, uyarıcı ve tepki arasındaki bağın gücü artmaktadır. Ancak,
tepki tatmin edici bir sonuç yaratmazsa, yani cezalandırılırsa bağın gücüne
hiçbir etkisi olmamaktadır
THORNDIKE’IN EĞİTİME İLİŞKİN GÖRÜŞLERİ
Thorndike eğitimdeki uygulamalrın bilimsel bir nitelik
taşıması gerektiğine inanmaktadır. Gerek düzanlatım gerekse göstererek yapma
yöntemlerinin, öğrencilerin öğrenmesini sağlamada çok sınırlı etkisinin
olduğunu ifade etmiş
Öğretmenin söylemiyle ya da göstermesiyle öğrencinin
öğrenemeyeceğini vurgulamıştır. İyi öğretim ancak ne öğretmek istediğini
bilmekle başlar. Bunun için öncelikle hedef-davranışlar belirlenmelidir. Hedef
davranışları belirlerken, öğrencinin özellikleri, hazırbulunuşluk düzeyi
dikkate alınmalıdır. Thorndike için güdüleme, sadece öğrenciye haz verecek
durumu belirleme açısından önemlidir. Öğrenme birdenbire değil, küçük birimler
halinde oluşmaktadır. Bu durumda öğrenme adım adım ve kolaydan zora doğru
sağlanmalıdır. Doğru davranışlar hemen pekiştirilmeli, yanlış davranışlar da
tekrar edilmeden hemen düzeltilmelidir. Öğretme-öğrenme ortamında öğretmenin
değil, öğrencinin etkin olması gerekmektedir
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder