24 Aralık 2011 Cumartesi

22 Aralık 2011 Perşembe

Ren Geyikleri:))

Tamam geyik muhabbeti yapmayacağım çok kısaca yazıyorum. Çocuklar hayvanları çok seviyorlar. Neden bu hafta sonu çocuğunuza Ren Geyikleri hakkında bir şeyler okuyup bu etkinliklerden yapmıyorsunuz?





 
 

 







 
 
 
Sevgiler,
 
Gülçin KARADENİZ

 


 
 
 

17 Aralık 2011 Cumartesi

Çocuk ve Boşanma

Çocuklar boşanmanın anlamını tam olarak anlayamamakla birlikte, anne veya babadan birinin hayatında eskisi gibi yer almadığını fark edeler. Yaşananlardan dolayı kendisini suçlayabilir, öfke duygularını yoğun olarak yaşayabilir, birlikte yaşadığı ebeveynine hırçın ve öfkeli ve huysuz olur, uyku sorunları yaşayabilir. Geceleri korkulu rüyalar görebilir…


Son zamanlarda boşanma oranlarındaki artış dikkat çekici bir boyuta ulaşmıştır. Amerika Birleşik Devletleri'nde boşanma oranlarının %50-68 olduğu bildirilmektedir (Sutton ve Munson, 2005). Norveç, Fransa, Almanya ve Hollanda'da boşanma oranları 40% civarında seyrederken ülkemizde, 1996 yılına kadar büyük değişiklikler göstermeyen boşanma oranlarında, 1997 yılından 2000 yılına kadar bir azalma, 2000 yılından sonra ise bir artış olduğu, 2005 yılında ise bu oranın iki katına çıktığı görülmektedir (DIE 2005). 2011 yılına gelindiğinde yılının II. Döneminde 169 787 çift evlenmiş, 33 702 çift boşanmıştır (http://www.tuik.gov.tr/PreHaberBultenleri.do?id=8602).

Boşanma, çiftler kadar varsa özellikle çocukları etkileyen bir deneyim olarak karşımıza çıkar. Boşanmanın çocuklar üzerindeki etkileri çocuk ve ailenin yapısına göre büyük değişiklikler göstermektedir. Gelir ve sosyal statü kayıpları, çocuklar ve/veya eşler arası çatışmalar, kalitesiz ebeveynlik, anne ve babada psikolojik sorunlar, çevre ve okul değişiklikleri, yeniden yapılabilecek bir evlilik sonrası yeni aile ve kardeşlere uyum süreçleri vb. çocukların anne ve babalarının ayrılmasının dışında yaşayacakları en önemli sorunlar arasındadır. Anne ve babaların boşanmaları sonucu çocukların yaşadığı geçişler, onlarda yüksek seviyede stres, kaygı ve öfkeye neden olmaktadır.

Boşanan aile çocuklarının %20-25’i ciddi davranış problemleri gösterirken, anne ve babası bir arada olan çocuklarda bu oran %10'dur (Forgatch ve ark. 1996, Hetherington ve Kelly 2002, Simons 1996). Yapılan çalışmalar, boşanmanın çocukların benlik tasarımı üzerinde olumsuz etki yaptığını, boşanmış aile çocuklarında ciddi uyum güçlükleri olduğunu göstermektedir (Erkan 1986).

Çocukların erken yaşlarda olan boşanmalardan çok fazla etkilenmeyecekleri görüşü oldukça yanlıştır. Eğer boşanma olayı çocuğun anneden süt aldığı bir dönemde gerçekleştiyse ve anne de boşanmanın etkilerinden olumsuz yönde etkilenmişse, çocukta korku, inatçılık, uyku ve beslenme bozuklukları ortaya çıkabilmektedir. Boşanmış ailelerin çocuklarıyla yapılmış en geniş kapsamlı çalışma olan (İngiliz Ulusal Çocuk Gelişim Araştırması) boşanmış aile çocuklarının en çok 11 yaş civarında davranış sorunları gösterdiğini ortaya koymuştur (Block ve ark 1986).

Boşanma sırasında çocuk ve ergenler yoğun bir stress altına girerler. Ailenin dağılması, çocukta derin bir üzüntü ve şok yaratabilir. Araştırma sonuçları, şaşırtıcı bir biçimde, çocukların %33’nün evliliklerin sorunlu olduğunun farkında olduğunu ortaya koymaktadır. Boşanma kararının olumlu bir karar olduğunu düşünenler genelde yaşı daha büyük ve anne-baba arasında daha büyük çatışmalara tanık olmuş çocuklardır olabilmektedir (Garmezy ve Masten 1994, Wallerstein and Corbin 1996). Çocuklar, boşanmaya yol açan etmenlerle ya da boşanmanın toplumda yaygın ve normal bir olay olup olmadığıyla ilgilenmezler. Onlar için boşanma, onları korumak ve onlara bakmakla görevli bir yapının çökmesidir (Crockenberg ve ark 1991, Guidubaldi ve Perry 1985).

Boşanmanın çocuk üzerindeki en önemli etkilerinden birisi de, anne ya da babasını dilediği zaman ve sıklıkta görememesi ve boşanma sonrasında ilişkinin değişmesidir. Boşanma, çocuk üzerindeki otorite ve disiplini azaltabilmekte, hatta bazen zıt tutumlar sergilenmesine neden olabilmektedir. Çocuğun sosyal normlara uygun davranışlar göstermesi konusundaki beklenti azalmakta, ebeveyn ve çocuk arasında öfke giderek artabilmektedir. Özellikle beraber yaşayan karşı cins ebeveyn – çocuk (anne oğul, baba kız) ilişkisinde çatışmalar daha da yoğun olabilmektedir (Garmezy ve Masten 1994, Wallerstein and Corbin 1996).

Boşanma sonrasında ebeveynin çocuklara karşı davranışlarında kısa süreli bir yetersizlik olması doğaldır. Ancak bu durumun uzun sürmesi, ebeveynin çocukla ilişkisini düzeltememesi ya da yeni yaşamındaki ilişkilerinin çocukla ilişkisini olumsuz etkilemesini önleyememesi çocuklarda ciddi sorunlara yol açabilmektedir. Boşanma sonrasında eşler geride bıraktıkları ilişkinin yanı sıra, bilinçli ya da bilinçsiz olarak çocukları da ihmal edebilmektedirler. Daha önceleri korunup el üstünde tutulan çocuklarda ebeveynin değişen tutum ve davranışları, terk edilme korkusu yaratabilmektedir. Çocuk, ebeveyn davranışlarını aşırı endişe ve dikkatle izlemeye başlayabilmekte ve bu çaba onun gelişimini olumsuz etkileyebilmektedir. Bunun tam tersi olarak da, eşi tarafından terk edilme duygusunu yaşayan ebeveyn çocuğa karşı aşırı bağımlılık ve düşkünlük gösterebilir ve depresyonuyla başa çıkmak için çocuğa dört elle sarılabilir. Bu durum çocukta manevi bir baskı yaratarak sonraki yıllarda ebeveynin hayatını kendisine adadığı duygusu çocukta suçluluk, endişe ve ebeveyni ayakta tutmanın kendi görevi olduğu inancını ortaya çıkarabilmektedir. Bu ortam çocukların tüm hayatlarını ebeveynlerine adamalarına, kendi ihtiyaçlarını gözardı etmelerine ve yoğun bir bağımlılığın oluşmasına yolaçabilir (Benedek ve Brown 1995, Wallerstein 1991, Guidubaldi ve Perry 1985).

Boşanma sırasında üzgün ve kafası karışık olan anne babanın, çocuğun sevgisi için rekabet etmeleri durumuna çokça rastlanmaktadır. Pek çok çocuk, diğer ebeveyni kötülemesine tanık olmak ve hatta onaylamak zorunda bırakılmaktadır. Çoğu zaman çocuk, boşanmada ‘kurban’ olarak gördüğü ebeveynin tarafını tutmak ya da onu savunmak zorunda olduğunu hisseder. Anne ve babası arasındaki fiziksel şiddet, bu duygunun daha da yoğun yaşanmasına neden olabilir (Block ve ark 1988). Özellikle ergenlik çağındaki çocuklarla boşanmaya karşı olan, kendini aldatılmış ebeveyn arasında bir ittifak kurulur. Anne ya da babasını terk eden ebeveyne karşı intikam duygularıyla büyüyen çocuklar, ileriki yaşlarda diğer ebeveyni incitmeye alet oldukları ve yalnızca onlara anlatılanlara dayanarak yargıya vardıkları için suçluluk duyabilirler (Emery 1982, Benedek ve Brown 1995).

Boşanmış ailelerin ergenlik dönemindeki kız ve erkek çocuklarında madde kullanım sorunları ile karşılaşıldığı ve psikolojik gelişimlerinde olumsuzluklar ortaya çıktığına dair çalışmalar vardır (Doherty ve Needle 1991). Babanın evden ayrıldığı durumlarda (çocukların erkek modelinden yoksun kalmaları), erkek çocukların; sorumluluk, başarı, karşı cinsle iletişim kurmak ve saldırgan davranışlarını kontrol edememe vb. konularda sorunlar yaşamasına neden olabilmektedir (Hetherington ve ark 1985). Babasız evlerde büyüyen erkek çocukların daha az rekabetçi, sporla daha az ilgili, başkalarına bağımlı ve daha saldırgan oldukları araştırmalarla saptanmıştır. Bu çocukların okulda da başarısız oldukları ve otoriteye başkaldırdıkları farklı çalışmalarda da gösterilmiştir. Eğer baba, erkek çocuk okul öncesi dönemdeyken evden ayrılırsa, çocuğun cinsel kimliği konusunda da sorunlar oluşabilmektedir (Garmezy ve Masten 1994, Wallerstein and Corbin 1996). Boşanmış ailelerin kız çocuklarının sorunlarının, boşanmamış ailelerdeki yaşıtlarından farklılık göstermemesi diğer bazı çalışmalarla da paralellik göstermektedir ( Block ve ark 1986). Boşanmış ailelerin çocuklarında davranış sorunları daha sık gözlenmekle birlikte, aile çatışmalarının yoğun olduğu süregelen evlilikler içinde yetişen çocuklarda daha fazla uyum ve davranış sorunu gözlenmektedir (Garmezy ve Masten 1994, Block ve ark 1986).  Ebeveyninin yeniden evlilik yaptığı ailelerde kızlarda dışavurum, içevurum ve sosyal beceri sorunlarına, erkeklerde ise daha fazla dışavurum sorunlarına rastlanmaktadır. Babasız büyüyen kız çocuklarının karşı cinsle ilişki kurmakta zorlanmaları, bazılarının yaşıtlarına göre daha erken ya da daha çok “uyanmaları” söz konusu olabilmektedir. Küçük yaştaki kızların hayallerinde bir baba yaratıp onunla kendilerini avutarak “gerçeğin soğuk yüzünden” kaçmayı tercih edebildikleri ya da babaları tarafından ihmal edilen kız çocuklarının, mutluluğu erkekleri mutlu etmekle ölçebildikleri şeklinde de bazı analitik yorumlar yapılmıştır (Amato ve Keith 1991, Guidubaldi ve Perry 1985, Kelly 2000).

Yeniden evlenme durumundaki sıkıntılı dönemlerinde kardeşlerin olmasının tampon ya da destekleyici olup olmayacağı konularının araştırıldığı çalışmalar da mevcuttur. Yeniden evlenmiş ebeveynlerin çocuklarında görülen ambivalans, hostil, düşmancıl ilişkiler boşanmamış ailelere göre daha sıktır. Dahası bu durum, kardeş kıskançlığı, agresyon ve ilişki kurmama, antisosyal davranışların artması gibi sorunlarda da önemli rol oynar. Bu tür sorunlara, erkeklerde kızlara oranla daha sık rastlanır. Kardeş ilişkileri zamanla iyileşirken, boşanmış ve yeniden evlenmiş grubun çocuklarında diğer iki gruba oranla (intakt, boşanmış yeniden evlenmemiş) çok daha fazla sorun gözlenmektedir (Cowen ve ark 1990, Hetherington 1985).


Yaş Dönemine Göre Boşanmaya Tepkiler
Disforik tepkiler
Bakımvericiyle ilişkiler
Dışa vuran Tepkiler
Duygular
Kendini rahatlatma
0-1 Yaş
Korku, huzursuzluk
Sinirlilik, huzursuzluk,
Ağlama, yeme ve uyku bozuklukları
1-3 Yaş
Kederli, üzüntülü, apatik
Regresyon (parmak emme, oyuncaklarına sarılma)
Yapışkanlık, ayrılık kaygısı
Öfke, ajitasyon, ağlama,
yeme ve uyku bozuklukları
Okul öncesi (3-6 Yaş)
Üzüntü, kayıp duygusu, kendini suçlama
Regresyon, mastürbasyon
Ayrılık kaygısı (yapışkanlık, bakım görme arzusu).
Öfke ya da içe kapanma / ilişki kurmama
Oyunlarda kızgınlık ve öfkenin dışa vurması.
Kabuslar
Ajitasyon
İlkokul Çağı (7-12 Yaş)
Öfke, reddedilmişlik
Regresyon (yapışkanlık, mızmızlanma, bebeksi konuşma)
Okul reddi / fobisi
Madur olan ebeveyni koruma / diğer ebeveyne öfke.
İtaatsizlik, okuldan kaçma, kurallara uymama, okul başarısında azalma
Ergenlik
Kolay ağlama eğilimi, üzüntü, Reddedilmişlik, Suçlama
Alkol ve ilaç kötüye kullanımı
Ahlakçı / yargılayıcı
Evden uzaklaşma
Ebeveynden birisine daha fazla yakınlaşma (bazen)
Aksilik, kavgacılık, kabalık
Evden kaçma
Cinsel eylemler
Okul başarısında azalma


Bebekler (0-1 yaş)

Bu dönemin en önemli özelliği, temel güven duygusunun gelişimidir (Gander ve Gardiner 1993). Temel güven duygusu, bebeğin öğrendiği ilk şeylerden birisidir. Bebeğin, bakım veren kişilere olan bağımlılığı nedeniyle, fiziksel gereksinimlerinin karşılanması ve gelecekle ilgili korkularının oluşmaması bu dönemde verilen bakımın niteliğiyle yakından ilişkilidir. Bebeğe yeterli zaman ayrılması ve ihtiyaçlarının giderilmesi, “güvenli bağlanma” ve “temel güven duygusu” için gereklidir (Bowlby 1982).

Bu dönemde bebekler çatışma ve gerginlik olduğunu sezebilirler, ancak gerginliğin nedenini anlayamazlar. Ancak ebeveynin kendilerine karşı davranışlarındaki değişiklikleri kesinlikle hissederler (Block ve ark 1988). Bu değişikliklere tepki olarak sinirli davranabilirler (özellikle çevrelerinde yabancılar olduğunda), yeme ve uyku düzenlerinde değişiklik, ishal ya da kabızlık gibi dışaatım problemleri, huzursuzluklar geliştirebilirler (Horner ve Melvin 1993). Bazı uç durumlarda psikososyal ve zihinsel gelişmelerinde yavaşlamalar gözlenebilir (Crockenberg 1993).

Anne ve babaların normal yaşam düzenlerini sürdürmeleri ve çocukları karşısında sakin davranmaya çalışmaları son derecede önemlidir. Bebekler olabildiği kadar kucaklanıp kendisinin bırakılmadığı hissi verilebilirse daha kolay yatışabilmektedirler. Ebeveynler, bebeklerin uyuduğu zamanlarda kendilerine zaman ayırmalı ve dinlenmelilerdir. Diğer aile yakınları ve arkadaşlardan yardım alınması bu dönemin kolay atlatılmasında yararlı olabilir. Bebeklerin bile her iki ebeveynle ilişki kurmaya ihtiyaçları olmaktadır ( Benedek ve Brown 1995).

1-3 yaş çocuklar
Bu dönem, çocukların kişilik özelliklerini geliştirmeye başladıkları dönem olarak kabul edilebilir. Kendilerinin ebeveynden farklı / ayrı bireyler olduklarını keşfederler. Bağımsızlık, kendine güven, özerklik duygularının gelişimi bu dönemde olur. Konuşmaları gelişir, çevrelerine karşı yoğun bir ilgi duyarak çevrelerini araştırırlar (Gander ve Gardiner 1993). Benmerkezcidirler ve ihtiyaçlarını karşılanmasını ertelemekte güçlük çekerler. Bu yaştaki çocuklar nedenini anlamasalar bile diğer ebeveynin artık aynı evde yaşamadığının farkındadırlar. Boşanmaya tepki olarak beraber yaşadıkları kişiye daha fazla yapışır, daha fazla ağlarlar. Her tür ayrılıktan korkmaya başlayabilirler (Kranzler ve ark 1990). Ebeveynlerden biri gözlerinin önünde değilse korku yaşayabilirler. Her zamankinden daha fazla ilgi bekleyebilirler. Uyku sorunları ve tuvalet alışkanlıklarında değişiklikler oluşabilir. Bebek gibi davranmaya başlayabilirler (örneğin biberonla beslenmek isteyebilirler). Regresyon kısa bir süre (bir kaç ay) normal sayılabilir ve çocuklara zor durumlardan kaçarak, kontrolü elinde tuttukları, zihinsel olarak emin ve rahatlatıcı bir yere sığınma imkanı verir. Bu davranışların 1 yıl sonra iyileşmeye başladığı belirtilmektedir (Benedek ve Brown 1995, Horner ve Melvin 1993, Hetherington ve ark 1985). Bu yaştaki çocuklar ın bazıları duygularını sözle ifade edemezler. Bunun yerine kızgınlık ve hayal kırıklıklarını tutturmalar, surat asma, vurma gibi hırçın davranışlar ya da içe kapanma şeklinde ifade edebilirler. Bu durumda ebeveynin çocuğa güven sağlaması ve gündelik yaşam düzenini koruması son derece önemlidir. Çocukla başbaşa zaman geçirmek için fırsatlar yaratmalıdır. Bebekçe davranışların bir kısmına izin verilebilir. Bu tür davranışlar tamamen reddedilmemeli ve yasaklanmamalı, sadece belirli sınırlar içinde bu duyguyu yaşamalarına izin verilmelidir. Çocuğun günlük aktivitelerinde bir miktar esneklik tanınarak günlük yaşam stresi en aza indirgenebilir. Evden ayrılan ebeveynle, aynı cinsiyetten olan aile büyükleriyle ya da aile dostlarıyla zaman geçirmesi için olanak yaratmak yararlı olabilir (Benedek ve Brown 1995).

Okul Öncesi Çocuklar (3-6 yaş)
Dil, biliş ve toplumsal gelişim bu dönemin önemli göstergeleridir. Toplumsal kurallar, “özdeşim, empati bu dönemde gelişmektedir (Gander ve Gardiner 1993). Bu yaştaki çocuklar ayrılık ya da boşanmanın ne anlama geldiğini, neden boşanıldığını tam olarak anlayamasalar bile, anne ya da babalarının kızgın ve üzgün olduğunun, artık ayrı yaşadıklarının farkındadırlar. Bu nedenle yoğun bir üzüntü ve kayıp duygusu yaşayabilirler(Guidubaldi ve Perry 1985). Bu dönemde çocuklar yaşadıklarına bir anlam verebilmek için fantazilere ve masallardaki büyülü olaylara sığınabilirler. Canavarlar, doğa üstü güçler gibi korkularının yanısıra diğer ebeveynin eve döneceği türünde fantezileri de vardır. Kabuslar görmeye başlayabilirler. Doğadaki olayların merkezinin kendileri olduklarına inandıkları için ebeveynin gidişinden kendilerinin suçlu olduğunu düşünebilirler. Boşanma ya da ayrılık yüzünden kendilerini suçlayabilirler (Horner ve Melvin 1993) . Daha uslu bir çocuk olsalardı, ana-babalarının ayrılmayacağını düşünebilirler. Bazen de, ebeveynle çatıştıkları dönemlerde ebeveyn hakkında düşündükleri “evden gitmesi ya da yok olması şeklindeki” hayallerinin gerçekleştiğini sanıp suçluluk duyabilirler. Hayallerinde, anne babanın hiç ayrılmadığını kurar, reddedilme ve kaybetme duyguları ile başa çıkabilmek için türlü şeyler uydururlar (Benedek ve Brown 1995). Kendilerine ileride ne olacağı (barınma, ekonomik sorunlar, çevre değişikliği, kendisine kimin bakacağı gibi) endişesi onları rahatsız eder. Pek çok çocuk kendilerinden uzak olan ebeveynin, kendileri yerine başka birini (örneğin yeni bir kardeş, anne hatta bir köpek) koyacaklarından korkar. Kızgınlıklarını, suçladıkları ebeveyne saldırarak ya da içlerine kapanarak gösterebilirler. Ebeveyn bu yaştaki çocukları boşanma ya da ayrılık hakkında soru sormaya, endişelerini dile getirmeye teşvik etmelidirler. Çocuğun, kızgınlık da dahil bütün duygularını konuşarak, fiziksel ya da sanatsal aktivitelerle ifade etmesine olanak tanımalıdırlar. Her iki ebeveyn de, çocuğu anladığı ve sevdiği güvencesini vermek için düzenli olarak ona zaman ayırmalıdırlar. Gerekirse boşanmadan çocuğun sorumlu olmadığı ona sık sık açıklanmalıdır (Benedek ve Brown 1995).

İlkokul Çocukları (7-12 yaş)
Bu yaştaki çocukların en önemli gelişim görevleri “kişisel bağımsızlık”, “arkadaşlık ilişkileri” ve “cinsiyet rollerinin” gelişimidir. Bu yaştaki çocuklar boşanmanın anlamını kavrayabilirler. Anne ve babalarının birbirlerini artık sevmediğini ve beraber yaşamayacaklarını anlayabilirler (Gander ve Gardiner 1993). Boşanma sürecinde kendilerini kandırılmış hissedebilirler. Ebeveynlerden birisine ya da her ikisine karşı büyük bir öfke duyabilirler. Bu çocuklar reddedilmişlik, kayıplık duygusu, keder hissederler (Garmezy ve Masten 1994, Wallerstein and Corbin 1996, Guidubaldi ve Perry 1985). Ellerinden hiçbir şey gelmediğini görür ve güçsüzlüklerini fark ederler. Genelde ebeveynden birini “iyi” diğerini “kötü” görme eğilimindedirler. Daha güçsüz ve zayıf olan ebeveyne karşı empati duyarlar, onun tarafını tutup onu korumaya çalışırlar. Kendilerinin ve ebeveynlerinin geleceğinden endişe ederler. Birlikte yaşamadıkları ebeveynin onu görmeye gelmeyeceği endişesini taşırlar. Kızgınlıklarını, olumsuz davranışlarla ifade edebilirler (Benedek ve Brown 1995). Bu yaşta da yeme ve uyku bozuklukları, yaşama karşı ilgisizlik, konsantrasyon bozukluğu, ağlama, içe kapanma, umutsuzluk duygusu ve okul başarısında düşüş görülebilir. Bu yaştaki çocuklar da boşanma hakkında konuşmaya teşvik edilmelidir. Depresyon, korku ya da sağlıksız davranışlar konusunda profesyonel yardım alınabilir. Maddi sorunlar, iş hayatındaki stresler, ya da çözümlenememiş duygusal sorunlar çocuklara yansıtmamalı ve onların yanında konuşulmamalıdır. Çocuklarla kaliteli zaman geçirilmesi, sağlıklı aile ortamı ve güvenin sağlanmasına özen gösterilmelidir. Sorunlar dışında ortak ilgi alanlarının keşefedilmesi ve okul dışı aktivitelere yönlendirilmeleri yararlı olabilmektedir. Geçici bir süre için, ders başarısındaki düşüş anlayışla karşılanmalıdır. Öğretmenlerin, boşanma ve buna bağlı olarak yaşananlar konusunda bilgilendirilmesi yararlı olabilir. Öğretmenler çocuğu dışarıdan gözlemleyebilir, destek sağlayabilir ve yardım alması konusunda aileyi uyarabilirler (Benedek ve Brown 1995).

Ergenlik Dönemi
Ergenlik bedensel, bilişsel, toplumsal olarak olgunlaşma süreci olarak kabul edilebilir. Ergenin cinsiyet rolü, kendi cinsi ve karşı cinsle olgun ilişkiler kurması, ebeveynden duygusal bağımsızlığını gerçekleştirmesi, toplumsal / mesleki ve aile yaşantısına hazırlanması bu dönemin görevleridir. Gençler aile yaşantısından çok kendi yaşantılarına odaklanmışlardır. (Gander ve Gardiner 1993). Ergenler, durumu anlasalar bile, ayrılık ya da boşanmayı çoğunlukla kabul etmezler. Bu dönemde kızgınlık duygusu çok yoğundur ve bu duygu ebeveyne karşı fiziksel şiddet uygulamaya kadar varabilir. Kendilerine ihanet edilmiş, kendilerini reddedilmiş hissederler ve hayal kırıklığı yaşayabilirler. Gelecekteki evlilikleri dahil genel olarak “ilişkilere” güvenlerini kaybededebilirler. Kendilerine saygıları azalabilir. Sevilmediklerini düşünebilirler. Ebeveynlerine karşı ahlakçı ve yargılayıcı bir tutum alabilir, boşanmayı çok sert dille eleştirebilirler (Garmezy ve Masten 1994, Wallerstein and Corbin 1996). Depresyon, içe kapanma, intihar düşünceleri ya da intiharı bir tehdit olarak kullanma sık görülür (Gould ve ark 1988). Ebeveynin cinsel yaşamlarından rahatsız olup çok utanabilir, kızgınlık gösterebilirler. Risk alma ve başkaldırmaya eğilimleri artabilir. Cinsel ilişkilere girme, sigara-alkol kullanma, okul devamsızlığı, bir şeyler çalma gibi davranım bozuklukları görülebilir (Kolvin ve ark 1988). Her bir ebeveynden avantaj sağlamaya yönelik davranışlar da sık gözlemlenir. Bağımsızlık duygusunda azalma gözlemlenirken, ebeveynden biriyle daha yakın olma konusunda güçlü bir gereksinim duymaya da başlayabilirler. Davranış değişikliklerinin evliliği kurtaracağı düşüncesiyle daha uygun davranışlar gösteren ergenler de olabilir (Benedek ve Brown 1995, Garmezy ve Masten 1994, Wallerstein and Corbin 1996). Ergenlerle de duyguları konuşulmalı ve tartışılmalıdır. Bu duygularla başa çıkabilmeleri için olumlu yollar ve örnekler gösterilmelidir. Eğer ergenler anne babalarıyla konuşmakta güçlük çekiyorlarsa güvenebilecekleri bir büyükle konuşmaya teşvik edilmelidirler. Yaşam düzeni mümkün olduğu ölçüde eskiden olduğu gibi korunmalı, ebeveyn çocuğun nerede, kiminle olduğunu, ne yaptığını düzenli takip etmelidir. Ailedeki değişikliklere karşın çocuğun her iki ebeveyne de saygı duymaya devam etmesi, ev kurallarına uyması ve okul başarısını düşürmemesi gerektiği vurgulanmalıdır. Ebeveyn, giden eşin yerine çocuğu koymamaya dikkat etmeli, kendisi için gerektiğinde yetişkin desteği aramalı ve diğer yetişkinlerle sosyal bir yaşam kurmalıdır (Benedek ve Brown 1995).

Boşanma sonrası eş rolü biten kişilerin anne baba rollerini titizlikte uygulamaya devam etmesi gerekmektedir. Özellikle de boşanma öncesinde yaşanan tartışmalara tanık olan bir çocuk söz konusu ise bir uzmanla birlikte bu süreci geçirmesini sağlamak çok daha sağlıklı olacaktır. Boşanmanın tüm evresinde yaşanan duyguların çocuklara yansıtılmaması gerekir. Kişi eşini sevmiyor olabilir, her şey bitmiş olsa bile o kişi hala çocuğun annesi ya da babasıdır.

Boşanmanın çocuk üzerindeki etkilerini azaltmak için; Boşanmadan sonra, ilişkileri uygar bir biçimde sürdürerek, çocuğa her zaman sevildiği istenildiği duygusu hissterilmelidir. Boşanmanın anlamı çocuğa açık ve kesin bir dille anlatılmalı, birleşme ve barışma umudu verilmemelidir. Anne ve babalar çocuğa boşanmanın bir süre onu mutsuz edeceğini bildiklerini söyleyerek boşanmada onun bir suçu olmadığını belirtmelidirler. Boşanma olayından sonra anne ya da babadan biri, diğerinden öç almak için çocuğu araç olarak kullanmamalıdır. Çocuğu yanına alan anne ya da babanın onu diğer ebeveyne göstermeyip, karşı tarafı cezalandırması, çocukta ciddi sorunlara neden olmaktadır. Anne-babalar çocuğu karşı tarafa göndermekle tehdit etmemelidirler. Çok zararlı olan bu tutum sonucunda, çocuk kendini yalnız hissederek, kendisine ve çevresine güvenini kaybedebilir. Bunun yanı sıra, çocuğu kötü özelliklerinin diğer ebeveyne benzetilmesi de çok sakıncalıdır. Çocuğun yaşadığı yer sabit kalmalı, değiştirilmemelidir. Çocukta bir mekana ait olma duygusu bulunmaktadır. Boşanma sonrası, çocuk sahip olduğu mekanı kaybetme korkusu yaşayabilir. Bu nedenle anne ve babalar, çocuğun yerini sık sık değiştirmekten kaçınmalıdırlar. Boşanmış ebeveynlerin çocuğuna “ bundan sonra beninm hayat arkadaşım , tüm varlığım sensin” gibi yüklemeler yapmamalıdırlar ve çocuğa taşıyabileceğinden fazla sorumluluk yüklememelidirler. Anne-babalar, çocuğa acıma duygusuyla ya da şımartacak biçimde yaklaşmamalıdırlar. Çocuklar bu durumu isteklerini gerçekleştirmek için koz olarak kullanabilirler. Anne ve babaların buna karşı dikkatli olmaları gerekmektedir. Anne ve babalar, çocuklarını haber taşıma aracı olarak görmemeli, birbirlerine iletecekleri mesajlar için asla çocuğu kullanmamalıdırlar. Anne-babalar, boşanmadan dolayı mutlu olsalar bile, çocuklarının yitirme duygusu yaşadıklarını unutmayıp, üzüntülü ve kederli günlerinde onlara yardımcı olmalıdırlar. Anne-babalar için yerine getirilmesi çok zor olan sorumluluklardan birisi de, çocuklarla olgun, paylaşımcı ve iyi bir ilişki sürdürebilmeleridir. Çocuklarını ilgili bir biçimde dinlemelidirler. Eğer çocuk boşanmanın etkisinde kalarak, sonuçtan olumsuz yönde etkilenirse, anne babalar çocukları için profesyonel yardım olanağı sağlamalıdırlar.

Boşanma sonrasında çocukla yapılan görüşmelerin yaşamın normal bir parçası olduğunu, eğlencenin yanı sıra günlük işler ve sorumluluklar için de zaman ayrılması gerektiğini unutmamalıdır. Görüşmelere aile büyükleri de ara sıra katılabilir, ancak çocuğun ebeveynle yeterince yalnız zaman geçirmesine dikkat edilmelidir. Birden fazla çocuğu olan aileler her çocukla ayrı ayrı zaman geçirmek için fırsat yaratmalıdırlar. Çocuğun, diğer ebeveynin evinde de bir odasının ve özel eşyalarının olması ve hatta yeni kurulan düzen içinde yeni arkadaşlar edinmesi kendisini her iki eve de ait hissetmesini kolaylaştıracaktır. Görüşmelere yeni arkadaşlar, yeni eş adayları getirilecekse önceden çocuğa ve eski eşe haber verilmelidir. Eski eşe çocuk aracılığıyla mesajlar yollanmamalı, çocuktan eşin yaşamı konusunda bilgi vermesi istenmemeli, eski eş kötülenmemeli ve çocuk çatışmalara ortak edilmemelidir. Buluşma zamanları, yeri ve aktiviteler konusunda net ve kesin olunmalı, bu konular çocuğun yanında tartışılmamalıdır (Benedek ve Brown 1995, Garmezy ve Masten 1994, Wallerstein and Corbin 1996).

Çocuğa, diğer ebeveynle zaman geçirdiği için kendisini suçlu hissettirmemek çok önemlidir. Görüşmeler iyi davranışlar için ödül, kötü davranışlar için ceza olarak kullanılmamalıdır. Eski eşle yaşanan sorunlar yüzünden görüşmelerin kesilmesi ya da kısıtlanması çocuğa zarar verecektir. Eski eşin, gerçek bir tehdit kaynağı olmadığı sürece, çocukla görüşmesi engellenmeye çalışılmamalıdır. Görüşmelere geç gelmek ya da haber vermeden gelmemek çocuğu incitir. Görüşmeler sırasında onu şımartarak sadakatini ve sevgisini kazanmaya çalışmamak da çok önemlidir (Garmezy ve Masten 1994, Wallerstein and Corbin 1996).

Uzun süreli izlem çalışmalarının, boşanmış anne babaların günlük yaşamlarında birbirleriyle uyumsuzluklarını ve zıt davranışlarını bir yana bırakabildiklerinde, çocukların pek çoğunun - çok küçük yaşta olsalar bile - başlangıç dönemindeki semptomların ardından yeni duruma önemli ölçüde uyum sağlayabildikleri ve ileriki yıllarda çok fazla sorun yaşamadıklarını gösterdiği unutulmamalıdır (Horner ve Guyer 1993). Boşanma sonrası eşler, saygı çerçevesinde ilişkilerini sürdürür ve çocuklarına uygun şekilde davranırlarsa çocuklar boşanmanın uzun dönemli olumsuz etkilerini daha az yaşarlar. Bu da onların, ilerideki yaşantıları ve ilişkileri açısından kendilerini çok daha güvende hissetmelrini sağlayacaktır (Benedek ve Brown 1995, Garmezy ve Masten 1994, Wallerstein and Corbin 1996, Garmezy 1985).

Unutulmaması gereken çocuklardır!

Bu çalışma internetteki makalelerden derlenmiştir.
Sevgiler,
Gulcin KARADENİZ


 

9 Aralık 2011 Cuma

Çocuk Gelişiminde ve Eğitiminde Oyunun Önemi Büyük Peki Ebeveynlere Düşen Görevler Neler???



Çoğu anne-baba, çocuklarının oyun oynamasını teşvik etmesine rağmen belki de(!!!) kültürün etkisi ile çocukları ile oynamıyor hatta onları başıboş bırakarak oyun oynadıklarına izin verdiklerini hatta ve hatta bir çok oyuncak alarak da bunu çok iyi bir şekilde yaptıklarını düşünebilmek!!! Oysa, oyunun çocuğun gelişimi ve eğitimi açısından önemi çok büyük! Oyun oynarken kazanılan deneyimler, bu deneyimler aracılığı ile oluşan duygu, düşünce ve beceriler, okul yaşamında akademik öğrenmeye; sosyal ve duygusal olarak ise; yaşam doyumu alan, mutlu ve uyumlu yetişkinler yetişmesinin temelinde rol almakta. En büyük görev de tabii ki anne babalara düşmekte. Peki bunlar neler:

1. Okulöncesi çocuklar için oyun odası veya yeri ayırmak (Çocukların oturma odasında, mutfakta, yatak odasında vs. oynamaları tehlikeli ve rahatsız edicidir. Her misafir geldiğinde, yemek ve yatma vakitlerinde çocuk oyunlarının birden kesilmesi, oyuncakların hısımla toplanması çocukları rahatsız eder. Çocuklar için de, bu kadar kargaşa arasında bir oyun düzeni kurmaya çalışmak, hele hele yetişkinlerin hareketleriyle ve misafir yemek gibi vesilelerde oyun düzeninin sık sık bozulması, çocukları çok mutsuz eder. Bu nedenle yalnız çocukların oyunu için ayrılmış, yetişkinlerin pek müdahale etmedikleri, tehlikeli unsurlardan ayıklanmış bir yer ayrılmaktadır. Bu is için evin en küçük, karanlık, havasız odasının ayrılması yerine, tam tersine evin en büyük, aydınlık ve rahat odası çocuklara oyun odası olarak ayrılmalı, hattâ bunun için fedakârlık da yapılmalıdır.)

2. Çocukların çok oynamalarından rahatsız olmamak (Küçük çocuklar günde 7-9 saat oyun oynarlar. Bunun için onlara fırsat verilmeli ve rahatsız edilmemelidirler. Devamlı çocuklarla ilgilenen, can sıkıcı seylerle çocukların büyük zamanlarını çalan ebeveynler vardır. Çocuk hep oyun oynuyor, ilerde ciddî islerle uğrasmayacak, hep oyun düsünen bir genç olacak diye kuskulanmaya gerek yoktur. Çünkü oyunda devamlılığı sağlayan, oyuna kendini veren çocuk; burada, çalısmada sürekliliğin ve kendini yoğun olarak ise vermenin temellerini atıyor demektir.).

3. Oyunları kesilmemek (Eğer çocuklar bir oyuna dalmış gitmişlerse rahat olalım. Biz kendimizi bir şeye vermiş çalışırken rahatsız edilmekten nasıl hiç hoşlanmazsak, çocuklar da oyundaki her aksaklığı, her katkı ve müdahaleyi, kesmeyi hemen hissederler. Çocukların dikkati çok kolaya dağılır ve çok çabuk değisir. Eğer annebabalar çesitli seyler dolayısıyla çocukların oyunlarını sık sık keserler ve çocukların oyuna kendilerini vermelerini engellerlerse, çocukların oyunları da, isleri de, gelsimleri de yüzeysel olur.).

4. Çocukların oyuncak yığını arasında oturup kalmalarına izin vermemek (Bugün çocukların eli altında o kadar çok oyuncak ve oyun malzemesi vardır ki, çocuklar ne ile oynayacakları hususunda bir karar verme güçlüğü çekerler ve hiç bir oyuncakta karar verip onun üzerine bir oyun kuramazlar. Çok oyuncak arasında çocuk ruhsal olarak yorulur, hiç bir sey yapmadan, mutsuz olarak oturur, kalır. Özellikle küçük çocuklar seçme eziyetinden kurtarılmalıdırlar. Çocuklara kendi gelişim düzeylerine uygun ve gereği kadar oyuncak alınmalıdır. Gereğinden fazla oyuncak ve oyun malzemesi daha iyi oyun demek değildir. Tam tersine!.. Onun için gelişim düzeyinin üstünde veya altında, ise yarar - yaramaz bir sürü oyuncaklarla çocuğun odasını doldurmak hiç de uygun değildir.).

5. Çocuk oyunlarına gereksiz yerde müdahale etmemek (Her çocuğun kendine göre bir oyun temposu vardır. Kendi oyun kurgusunu kendisi geliştirir ve yetişkinler bu kurguyu bastan sona tahmin edemezler. Çocukların çok yönlü ilgileri onlarda yeni oyun ilhamları geliştirir ve çocuk, müdahale edilmezse kanıksayıncaya kadar oyun oynar. Çocuklardan, gelişim düzeylerinin üstünde beklentilere girilmemelidir. Onun gelişim düzeyinin çok ilerisindeki bir oyuncakla, tam o oyuncağın amaçlarına göre oynamasını; bunu başaramayınca da sabırsızca ikazlar ve teşvikler yapılması, çocukta bir tepki ve isteksizlik doğurur. Çocuk özgürce oyun oynamalıdır. Bazı anne-babalar sürekli olarak, çocukları sormasa da onlara bir şeyler hakkında bilgi verme ihtiyacı hissederler. Çocuklar sormadan onlara bilgi yağdırmak da doğru değildir. Çocuklar soru sormaya teşvik etmeli ve sorularına, onların anlayabilecekleri cevaplar vermelidir.

6. Çocukların kendi kendilerine belirli bir süre oyun oynamalarına izin vermek (Oyun sırasında, eğer çocuklar istiyorlarsa veya çözüp halledemedikleri bir sorun varsa yardım etmelidir. Yoksa durmadan öğüt vermek, çocuklara oyun öğretmeye kalkmak, kendisi oynayıp çocuklara seyrettirmek doğru değildir. Anne-babalar, çocukların oyunlarını izlediklerini bile hissettirmemelidirler. Çocuklar oyunlarının seyircisiz olmasını isteriler. Eğer anne-baba çocuğu izliyor, çeşitli yerlerde ikaz veya pohpohlama hareketlerinde bulunuyorlarsa çocuklar bundan rahatsız olacaklar, ya da oyun bir gösteri biçimine girecektir. Çocuklara bu yastıklardan, tahtalardan ev yapılamayacağını ikaz etmek, evin penceresinin, kapısının eksik olduğunu söylemek; çok mükemmel bir ev yapıp çocuğa göstermek de sakıncalıdır. Çocuğun oyunlarında da mükemmel olması beklenilmemeli, her yanlışa dikkat çekilmemelidir. Çocukları doğru oynamadıkları, iyi yapmadıkları seklinde suçlamak, onlarda başkalarının kendilerinden daha güzel yaptıkları, kendi çalışmalarından memnun olunmadığı duygusunu uyandırır. Bunun sonucunda çocuk kendisini başarısız, beceriksiz olarak görmeye baslar. Artık kendine has buluşları olamaz, oyunda aktiflikten pasifliğe geçer, bir seyirci olur. Çocuğun sık sık "Ben bunu yapamam" demesi, anne-babalar için bir alarm işareti olmalıdır ve çocuğa, onun oyunlarına karsı vaziyet alışlar düzeltilmelidir. Özellikle tek çocuklu ailelerde anne-babalar çocuklarıyla gereğinden fazla ilgilenirler, her zaman onlar üzerinde titrerler. Çok çocuklu aileler de tam aksi, çocuklarıyla hiç ilgilenmezler veya çocuklara eşit davranmazlar. Bu hususlarda dikkatli davranacak ve fedakârlık yapacaklar, anne-babalardır.

7. Diğer çocuklarla ortak oyunlar oynamalarına yardım etmek (Küçük çocuklar hayatlarının baslangıcında hiç de sosyal değildirler. Özellikle oyunlarda, yanyana ama birbirleriyle iliski kurmadan, kendi dünyalarında oynarlar. Beraber oynamayı ise biraz büyüyünce ve yetişkinlerin yardımıyla öğrenirler. Ama tek çocuklu ailelerde bu büyük bir sorundur. Çocuk yasıtlarıyla nadiren bulusur. Ama hep anne-babayla iliskide bulunur. Okula gidinceye kadar diğer çocuklarla sosyal iliskilere girmemis olan çocukların, okulda diğer öğrencilerle anlasabilmeleri ve dostluklar kurmaları çok güç olacak; hattâ bu tüm hayat boyunca devam edecektir. Ama çocuklar küçük yaslardan birbirleriyle beraber oynamayı öğrenirler. Burada annebaba ve okul öncesi eğitim kurumları ilgililerinin önemli rolleri vardır. Evlerde ve anaokullarında çocuklar arası iliskiler kurmak ve ortaklasa oyunlar oynamalarını sağlamak konusunda yetişkinlerin yardımları gerekir. Çünkü baslangıçta doğal olarak bazı güçlükler çıkacaktır. Oyuncak, en büyük anlasmazlık konusudur. Herkes oyuncağa sahip olmak ister, kavgalar çıkar, Çocuklar için kavga ne kadar kolaysa, barısmak da o kadar çabuk olur. Çünkü çocuklarda birlikte oynama arzuları daha kuvvetlidir. Çocuklar, aralarındaki anlasmazlıkları çözmeyi yavas yavas öğrenirler. Bu çözümde, yakın çevredeki yetişkinlerin kendi aralarındaki ve çocuklarıyla kendi aralarındaki anlasmazlıkları nasıl çözdükleri en önemli etken olmaktadır. Eğer, bu baskı ve kuvvet yoluyla oluyorsa çocuklar da aralarında çıkan anlasmazlıkları bu yolla çözmekte; konusup anlasma ve ikna yolu ile oluyorsa, çocuklar da bunu kullanmaktadırlar.).

8. Çocukların oyuncaklarına saygı göstermek (Büyükler nasıl kendi kitapları, plakları, değerli esyaları üzerinde titrerlerse; çocuklar da oyuncaklarına karsı öylesine titiz davranırlar. Oyuncaklar, çocukların malıdır. Anne-babalar çocuklara sormadan bu oyuncakları atarlar veya baskalarına verirlerse bu, çocukta olumsuz etki yapar. Çocukların oyuncaklarına ve onları kullanma biçimlerine saygı göstermelidir. Kardeşler arasında da oyuncak mübadelesi ve devri yapılmasında kırıcı olmadan arabuluculuk yapmalı; büyük kardeslerin oyuncaklarını küçüklere vermelerini ve yakın yastakilerin oyuncak değis-tokuslarını sağlamalıdır.).

9. Kız ve oğlan oyuncakları arasında fark gözetmemek (Geleneksel toplumlarda, kökü tarihin derinliklerine uzanan keskin bir rol bölümü vardır. Kadın ve erkek rolleri birbirinden tamamen ayrıdır. Erkeğin kadın isleri yapması nasıl mizah konusu olmuşsa, erkekçe davranışlar gösteren kadınlar da ayıplanmıştır. Ama çağdaş hayat şartları, aile ve meslek hayatında kadın-erkek ayrımını kaldırmış, her iki cins de aynı islerde yan yana çalışmaya başlamıslardır. Ev islerinde de aynı ortaklık sürmekte, gerektiğinde erkekler çocuğa bakıp bulaşık yıkamakta, kadınlar arabalarına binip pazara gitmektedirler. Bazı toplumlar, çocukları da bu rol ayrımına doğuştan itibaren hazırlamaya başlarlar. Elbise ve ayakkabıların renk ve şekillerinden oyuncaklara kadar her iki cinse de ayrı muamele yaparlar. Kız çocukları sürekli kadın rolü oynar, oğlanlar da erkek. Hattâ bir zaman sonra oyun grupları bile ayrılır. Bu ayrım çağdas toplumlarda ister istemez ortadan kalkacaktır. Çocuklar büyüklerin davranışlarını taklit edeceklerdir. Babası küçük bebeğe bakan oğlan niçin saçlı bebeklerle oynamasın? Kız çocuğu niçin annesi gibi taksilere özenmesin? Kendilerinin yasadıkları gerçeğe rağmen, bazı aileler çocuklarını hâlâ kız-erkek rolleri oynamaya zorlarlarsa, çatışma çıkar.

11. Çocukları, ortalığı toplayıp düzenlemeye alıştırırken abartmamak (Çocukların içinde yıkmak/ kırmak/ dökmek arzusu da vardır ama, esasen düzen arzusu daha kuvvetlidir. Eğer çocuğa yol gösterilirse ortalığı derileyip toplamayı, bazı şeyleri söküp takmayı, tahta bloklardan inşaat vs. yapmayı daha çok severler. Çocuğun kırmayı, bozmayı öğrenmesine ihtiyacı yoktur, ama yapmayı ve düzene koymayı öğrenmesi gerekmektedir. Bunun için de anne-babalar çocuklarına bozulup yapılabilen oyuncaklar almalı, aksamları yatarken oyun odlarını veya ev içindeki oyuncaklarını düzene koymayı öğretmelidirler. Ama düzen duygusunun aşırısının da çocukları sıkacağını, oyun ortamlarını istedikleri gibi kuramadıklarında oyun heveslerini kaçıracağını unutmamak lâzımdır.


Anne babalık zor oyun oynamaya benzemez demiyeceğim J J J Sadece kolay gelsin!

Gülçin J